Derken Abdülvasi hocam gözümün önünde canlanıyor; genç yakışıklı ve kadife sesi ile gönülleri fetheden hoş muhabbetli biri. Anlayışlı, sabırlı, öğrenci tarafından tavır takınan ender öğretmenlerden... Okulun yurdunda kalıyor, öğrenci ile haşır neşir, ha bir de ilahiyatçı... Felsefe grubu derslerine de giriyor. Kendisinin anlattığı birçok konudan -mecbur olmadığım halde- notlar tutuyorum.

Nasıl olduysa Lise 3. sınıftayken "sıra sizde" dedi ve siz atacaksınız deyip Ali Bulaç'ın kitabını önümüze koydu. Herkes farklı bir izimleri seçiyor; Kapitalizm, komünizm vs.vs. Bana İslam'ı anlatmak düştü. İslam başlıklı kitabını günlerce okuyorum ve sekiz ders saati boyunca bunu anlatıyorum.

Yıllar sonra İmam Hatip'te tekrar Abdülvasi Hocamı bir sınıfın dersinde yakaladığımda bana "Ahmet Hoca'nın bana şu kadar ders borcu var. Bir gün ben de gideceğim onun dersini işgal edeceğim!" demesiyle tebessüm koktu ortalık.

Üniversite yıllarında muhatabımız olan öğretmenlerin sayısı daha belirgindi yani az. Fakültede en çok hoşuma giden ve ağzımıza çalınmış bir parmak baldı Kemal Abdullah hocanın dersi. Bu azeri hocanın Dede Korkut hikayelerinden Bamsı Beyrek'i iki saat boyunca bir meddah usulüyle ve lezzeti ile takdim etmesi. Vaktin nasıl geçtiğini unutturmuştu. "İşte tam bir üniversite hocası" diyesim geldi.

Çünkü bazı öğretim görevlileri akşamdan çalışıp notlar aldığı hissi veren defterlerini önüne açıp oradan yirmi sekiz öğrenciye dikte ettirmesi, beni bu usulde nefret ettirmişti. Olgun ama pasif gibi hissettiğim bölüm başkanı Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kurmuştu. Kadir Atlansoy hocamız da aramıza katılmıştı. Lisans tezimi ondan almış idim. Stajyer öğretmenlik danışmanım da oydu. Bu vesileyle kültür ve inanç dünyamızın yakınlığı ortaya çıkıyordu.

Kerime ve Mustafa Üstünova ailesinin hayatımdaki negatif hatırlamaları zamanın ilerlemesi ile hafif mayhoş bir hatıra haline dönüştüğünü söylemeliyim. Cuma namazına gitmeyi engellemek için dersleri blok yapma çabasını, İstiklal Marşında "Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar" cümlesindeki "tek diş kalmış da diğerlerini ne olmuş?" sorusunu unutamıyorum. Hocahanımın diksiyon dersinde serbest konuşma konusu çerçevesinde "beş dakika düşünüp beş dakika konuşma" ödevini üç dakika düşünüp altı dakika konuşunca verdiği tepkiyi hafızamdan silmek mümkün değil. Yine bir derste farklı fikir beyan ettiğim zaman, beni ezmeye çalışmasını ve tekrar itirazıma rağmen tekrar aynı şeyi yapması, en sonunda öğrencisinin fikri ile kendi fikrini eşitleyerek "olabilir tabii" cümlesini de unutmadıklarımın arasına not etmeliyim.

Daha sonra yüksek lisans sınavında bulunacak Mustafa Kara hocamızın Farsça'ya gelip birçok mutasavvıfın şeyh-mürid bağlantısı içinde anlatması da oldukça etkileyiciydi. Dersimize girmemesine rağmen tarih bölümündeki Sezai Hocamızın kısa, özlü, güven dolu muhabbetlerini de yazmalıyım.

Şimdi ben 25 yıllık bir edebiyat öğretmeni olarak, acaba kaç öğrencimin dünyasına, şahsiyetine mi dokundum? Kaçına faydam oldu, kaçının hayatında hatırlanacak bir öğretmen, kaçının hayatında nefret edilen bir öğretmen olduğumu bilmiyorum. Fakat bildiğim ve tanışmış olmaktan, hocaları olmaktan gurur duyduğum öğrencilerim var. Ben onlardan bazılarına "siz artık benim öğrencim değil, dostumsunuz, sırdaşımsınız deyip muhabbet ve sevdiklerim... Belki bir gün biri Ahmet Taştan Hocam edebiyat dersimize geliyordu. Bizim için diğer öğretmenlerden çok farklıydı, ifadesini kullanırsa eğitim hayatın boyunca yapmak istediğim şeyleri yani Hikmet Şahin Hocamızın bize öğrettiklerini biz de onlara öğretmiş olabileceğimi kabul ederim..