"Din değiştirmek mi zor, tuttuğun takımı değiştirmek mi?" dediğinde öğrencilerinin kafası bir an durdu. Bazıları derin derin düşünürken cevabı bazılarının da ağrına gitti bu soru. Bir seçimin arifesinde böyle oluyorlardı. Bir sıkıntı bir dert çöküyordu yüreklere.

Nereden buluyordu bu soruları kır saçlı adam? Bir düşünür değildi, bir felsefeci de. Öyleyse bu soruları üreten o beynin derdi neydi? Bunu düşünen yoktu bekli de onca öğrencinin içinde. Önüne sunulan onca test kitabının dışında başka türlü sorular sorulabileceğini bilemediler çoğu zaman.

Matematiğin, fiziğin ve kimyanın soruları altında ezilen zihinleri, böyle din merkezli soruyu kaldıramadı. "Neden böyle sorular soruyorsunuz hocam?" dedi tuttuğu takımın renkleri arasında kaybolmuş uzun saçlı biri.

"Yüzeyde yaşayınca rahatlıyor, derine inince huzursuzluk başlıyor" diyen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın meşhur sözünü hatırladı kır saçlı, kendisini azarlar gibi sorulmasından. Türk Edebiyatının üslupçu usta kalemi Tanpınar'ın tespitinin haklılığını teslim etti. İşte şimdi karşısında duran hakikat buydu.

Öğrencilerini derine çekmeye çalışıyordu sorularıyla. Fikri hür, vicdanı hür nesilleri yetiştirmek için düşünce ikliminde yürümeyi öğretmek istiyordu onlara. Beyinlerin ortasında bir damar oluşturmaktı derdi. Esaslı sorular sorup kıyaslamayı öğretmeli, duygu ve düşünceleri sağlam zemine oturtmalı ve ilmi yaklaşımın böyle olduğunu kavratmalıydı.

İlkeli düşünmenin, ilmi düşünmenin yollarını bulmak istiyordu. "Şimdi" dedi sesini gizemli bir havayla yumuşatarak devam etti; "Tuttuğunuz takımın renkleri en sevdiğimiz renkler olurken diğer renklere küsmüş gibi davranıyorsunuz. Hayran olduğunuz renklere bakmaktan bıkmazsınız. Sonra formanız vardır, kaleminiz vardır, atkınız, takkeniz, posteriniz vb. daha nice şeyler. Şimdi tuttuğunuz takımın ilk on birini adınız gibi sayabilirsiniz.

Bunlar tamam da dininiz hakkında doğru ve dengeli bir kıyaslama yapmak mümkün mü? Burada önemli olan belki takım veya din değil. Önemli olan bunlara karşı bizde oluşan duygu, düşünce ve tutkudur. Benim dediğimiz, bizim dediğimiz her şeye sahip olma derecemiz, sahip olma düşüncemizin biçimini tespit etmeye çalışıyoruz.

Dine sahip çıkışımız ile takımımıza sahip oluşumuzun aynı olması mümkün değil tabii. Önem verdiğimize daha çok sahip çıkıyor ve bunu daha fazla belli ediyoruz. Diğeri kendiliğinden değerli olsa da bizim ona değer vermemizdir üzerinde durduğumuz mevzu.

Dinimize ne kadar değer veriyoruz ve bunu nasıl ifade ediyoruz? İçimizde yaşıyoruz dinimizi çaktırmadan ve belli günlerde kısa süreli davranışlarla ifade ediyoruz bu sevgimizi belki de. Bizi dünyada ve ahirette mutlu edecek yüce İslam dinine olan bağlılığımız ile galibiyetinde mutluluktan havalara uçtuğumuz takımımız arasındaki dengeyi yakalamalıyız."

Din değiştirmenin ne anlama geldiğini anlatmak maksadıyla diye yapmıştı bu kıyaslamayı. Eldekinin kıymetini onu kaybettiğinde anlayan bir dikkatsizlikse içimizde gizlice yuva yapan, onu saklandığı yerden çıkarmak lazımdır. Belki de sayıklama seviyesindeki şu ifadeler "bizim dinimiz en iyi dindir, en güzel dindir" gibi nakaratların hafifliğini hissedeceğiz bekli de.

"Tuttuğu takımının benliğine yaptığı ağırlık ile inandığı dinin gönlündeki yerini tespit için iyi bir terazi değil miydi bu kıyaslama? Kendine herhangi bir artı değer katmayan, bazen -mağlup olduğunda- gereksiz üzüntülerimizin sebebi olan bu tutuş biçiminden vazgeçeriz.

Değerli olana verilmeyen kıymet ve değeri biz tarafından belirlenen bir kıymetin arasındaki kavgadır tüm tartışmalarımız. Tartışmalar iyidir. Tartmış oluruz mevzuları ve kendimizi, değerlisini ve bilenini buluruz. Fikrimizi açarak düşünme yetimizi geliştiren ve hakikate bir adım daha yaklaştıran bu soruları elimizden bırakmıyoruz.

Kır saçlı edebiyat öğretmeni, sınıfın orta yerinde durup bunca hakikati sıralarken, kırk dakikanın nasıl geçtiğini fark etmeyen gençler, sıkılgan bakışları bırakıp ilgi ile bakmaya başladıklarında zil çaldı ve sıralarından ağır ağır kalkıp kantine geçtiler.