Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim;

Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim!

Üstad Necip Fazıl, Muhasebe isimli şiirinde bahsettiği gibi, kendi evimin içini göstermek için bahis açmak istiyordu. Adam evladına Kafirun Suresini ezberletmeye çalışıyordu. Eşi de mutfakta kahvaltıyı hazırlarken AKRA'yı dinliyordu. Radyonun kendine daima arkadaş olduğunu ve ondan çok şey öğrendiğini söylüyordu.

İnsanların evin içini ve yedikleri fecabook sayfalarında yayınlamaktan memnuniyet duyduğu devirlerde kelimelerin gölgesine sığınarak bir anlık mutluluğu paylaşmak istemesi çok yadırganacak bir hal değildi. Meşhur bir söz vardı: "Yabancılar girmesin diye evin kapılarını kapatıyorlar sonra da televizyonu açıyorlar." Bu devir de değişti. Artık biz mahremimizi/özelimizi insanlara açıyoruz. Biz yabana konuk oluyoruz ama çekinmiyoruz. Fecabook çıkalı mahremiyet de kalktı bazılarının hayatlarından. Paylaşmayı çok severiz ya, bol bol resim paylaşıyoruz. Tabii bunlar konumuzun dışındaki meseleler.

İHMED Yaz Okulunun bittiği günün ertesinde eksik kalan ezberleri babasıyla tamamlaya istekliydi Kerem. Her sabah kalkar televizyonu açar, Galatasaray'ı tuttuğu için bazen spor kanallarını bazen de çizgi filmler izlerdi. Onun bu halini gören babası da kızar söylenirdi "Oğlum, sabah sabah zihnin açıktır ne diye televizyon ile yoruyorsun."

Televizyonun çekim alanından koparak salona geçtiler. Salondaki manevi hava kendini hemen hissettiriyordu. Koltukların vitrinle uyum sağlaması değildi bu ruhaniyetin sebebi. İbadethane gibi kullanılan bu mekanda ezber yapmak huzur veriyordu yüreklere...

Kerem birkaç ezberleyeceği surenin ayetini daha önceden biliyordu. Babası onun güzel okumasını sağlamak için Latin harfleriyle yazılmış metinden ezberlemesini istemiyordu. Arap harflerinden ezberlemesini akılda kalıcılık sağlaması ve mahreçlerin uygulanması bakımından daha doğru buluyordu.

Kerem, "bana beş dakika müsaade et" dedi babasına ve başını devirdi cüzün üzerine. Sonra gözlerini yumdu ve okumaya başladı. İstediği zaman her şey daha kolay oluyordu. Babası arada bir kelimelerin anlamını da vermek istiyordu. "Kul", de ki. "Ya eyyüh'el kafiriun"; ey kafirler. Hitap ediyor, sesleniyor. Babasının çırpınışlarına bir anlam veremiyordu Kerem. Onun derdi sadece ezberlemek idi, onların manasını sonra da öğrenebilirdi.

Babasının da bir bildiği vardı elbette. Ve biraz daha devam etti mealini vermeye... "la a'bidu ma ta'budun" "ben tapmam sizin taptığınız şeylere..." Bu ayetin indiği zamanı ve olayların anlatmayı da düşündü ama şimdilik meali yeterliydi. Kerem, tekrar gözlerini yumdu diğer ayeti de ezberlemeye koyuldu. Üç beş okuma ile o da tamamdı. "Ve la entün abidune ma a'bud"; "Siz benim taptığıma tapmazsınız." "Ve ene abidüm ma abettüm": "Ben de sizi taptığınıza tapacak değilim."

Müthiş bir restleşme. Bir toplumun yüzüne yüzüne haykırmak ne/kim olduklarını. Onların güçlü olduğunu sandıkları mekanlarda kara olan kara, ak'a ak demek. İnancın gücü budur işte. "De ki ey kafirler ben sizin taptığınıza tapmam siz de benim taptığıma tapmazsınız." İki kere iki dört eder. Her şey yerli yerinde. Bir peygamberin taptığı ile bir kafirin taptığı, yani kulluk ettiği makam asla aynı olmaz. Bırakın aynı olmayı benzemez bile.

Kırmızı kolsuz tişörtünün altında çikolata ten ile zenciyi andıran Kerem, babasının talim ettirdiği tecvit kaidelerini uygulamaya da dikkat ederek ezberliyordu." Abidun mabedtüm" ayeti ise abidüm ma abettüm biçiminde okunur, diyerek uygulamayı gösterdi. Mutfaktan mis gibi kokuları salonun ortasına kadar ulaşmıştı. "Çay demlendi!" diyen ses biraz daha hızlandırdı çalışmayı.

"Ve la entüm abidune ma a'abud"; "siz benim taptığıma tapacak değilsiniz." Üçüncü ayet ile beşinci ayet aynısı mı bak bakalım demişti babası Kerem'e. Evet aynen tekrarlanmıştı ayet. Birinin kafasına kafasına çakmak böyledir işte. Onca tebliğ ve davet çalışmasına sırtlarını dönmüş, kulaklarını tıkamış ve hatta küfür adına direnmiş insanlara başkan ne denebilir ki? Gün gibi ortada... Kalplerindeki koca inkarla küfürde debelenecektir. "Leküm diniküm veliyediyn": "sizin dininiz size benim dinin bana..." Yollar ayrılmıştır. Niyet farklı, besmele farklı, ahir de farklı olacaktır. Yolların ayrım noktası: sizin yolunuz ve benim üzerinde bulunduğum yol... Her şeyi ile bambaşka.

Karışık gibi görünen ayetlerin telaffuzu sağlamca ezberlendikten sonra okumaya başlayınca tıklamadan okunuyor. Kerem yaz tatilinin ortasında biten okulunda ezberleyemediklerini sabahın erken saatlerinde babasıyla bu ezberleri yaparak tamamlayacaktı.

Kahvaltı için mutfağa geçtiklerinde çay bardaklarının üzerinde uçuşan dumanları arasından uzandıkları yiyecekleri için önce besmele çektiler sonra nimetleri verene hamd ettiler.