Müslümanların tarihinde çok sık görünen bir hal ile karşı karşıyayız. İslam alimleri, Efendimiz (sav)'in yolunun hakiki yolcuları olduğu müddetçe bu haller başına gelesi olağan bir durumdur. Bu, şaşılacak bir hal değildir. Bu günlerde yaşananlara bakarak "duymak ile görmenin, öğrenmek ile bizzat yaşamanın farkı büyüktür hissetmek açısından" diyesim geliyor.

Efendimiz (sav)'e gelen sahabiler "-Ya Rasulullah, seni çok seviyoruz" dediklerinde, cevap muhteşemdir ve etkileyicidir. "-Öyleyse belalara hazır olun." Onu sevmek Rabbimiz tarafından verilmiş bir iman sorumluluğuydu.

"Müminin haline şaşarım, başına bir bela geldiğinde sabreder, sevap kazanır; başına bir nimet isabet ettiğinde şükreder yine sevap kazanır." diyen de Efendimiz (sav)'dir.

Hatırlayalım İskilipli Alimi... Eşi rıhtımda vapura bindirilirken ona demişti ki "-Efendi, siz ne suç işlediniz ki size bunu reva gördüler." Büyük alim ve şehit İskilipli Atıp Hoca, Rasulüllah'ın izinden gittiğini gönülden hissederek şöyle der; "-Alemlerin Efendisi (sav) 'in suçu mu vardı ki o kadar zulme maruz kaldı." dedi.

Günümüz de İslam'ın hakikatlerini çekinmeden, en temel kaynaklardan okuyarak cesurca anlatan alimlere o kadar çok ihtiyacımız var ki. Zira ismini duyduğunuz ve duymadığınız nice insan konuşuyor youtube kanallarında. Onlara bir an kulak verdiğinizde kaç çeşit İslam yorumu olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Hele de İslam'ı kavrama konusunda yeterli bilginiz yoksa kafanız allak bullak oluyor.

Herkes, evet, her ilahiyatçı, hoca ya da alim demiyorum. Herkes birbirinin aleyhinde, ileri geri haddi aşan ya da isabet buyuran birçok cümle savuruyor ekranlardan. Yakinen tanıdığımız insanların (hocaların, alimlerin, ilahiyatçıların) samimiyetlerinden şüphe etmeden dinliyoruz, amenna.

İlimleriyle, Müslümanları açık sözlerle uyaran, emri bil ma'ruf nehy'i ani'l münker ibadetini en güzel ve etkin yollarla gerekleştiren hocaların hizmetlerine ne kadar muhtacız. Bu muhtaçlığımız o kadar aşikardır ki İslam dinini anlatıyor diye o kadar fasık insanların peşine takılıyor bunca halk.

Bu günlerde dinin en temel unsurlarını tüm eğitim metotlarını dikkate alarak hakikati çırılçıplak ortaya koyan hocaların karşısına, batının türedi fikirleriyle çıkıyorlar. Çağın rüzgarına kapılan beyinler hakikatin ağırlığını göğüsleyecek gönül sahibi olamadıklarından kelimeleri saptırıp ilgisiz ve alakasız yorumlarla suçluyorlar.

Dilin göndergesel işlevinin net biçimde ve en maharetli yöntemlerle İslam'ı dillendiren bu güzel insanlar, davet ve tebliğlerini dinden herhangi bir ayeti ve hadisleri gizlemeden anlatıyorlar. Şartlanmış beyinlerin, şahsi hayatlarını "ikame ettikleri bilmem hangi yaşam kalıplarına" aykırı diye susturma çabasını görüyor ve izliyoruz.

Bize düşen Kitabın ve Resulün işaret buyurduğu dinin her unsurunu, tesettürden, alış verişten, ahlaktan, ibadetten, inançtan yana her bir şeyi anlatan hocalara sahip çıkmaktır. Herkesin usül konularında ufak tefek hataları olabilir. Zaten o usullerin hata olup olmayışları bile kişilerin yetişme tarzı, meşrep ve mezhebi çerçevesinde olduğunu bilmek durumundayız. "Benim yoluma göre öyle değil böyle diyecektin" gibi indi yorumlardan dolayı düşman kesilmek, na-hak yere kardeşini kötülemek, ne kadar doğru kabul edilebilir ki.

"Kıyafetime kimse karışamaz" diyenler kendilerine ve diğer insanlara "bana dinin kıyafet sınırlarını söyleme, ben rahatsız oluyorum. Kafama göre uydurmuşum, yorumlamışım, yaşıyorum fazla ileri gitme... vb. itiraz cümleleri davetçileri yıldıramaz, yıldırmamalı.

Lakin bilmek gerekir ki kıyafet mevzusu bu dinin tek mevzusu değildir. Bir gösterge olarak, bir ölçü olarak önemlidir lakin tek konu bu değildir. İnançların, düşüncelerin, ideolojilerin işgal ettiği beyinler ve telef olmuş gönüllerin hali daha içler acısıdır.

"Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde diğerleri de yanlış iliklenir" düsturundan ilham alarak böyle düşündüğümü arz etmek isterim.