İnegöl sanayisinde çalışanların kendilerine has birtakım ilginç hikayeleri vardır. Bunların bir kısmı gerçekleşmiştir, bir kısmı da zamanla belki abartılarak anlatılagelmiştir. Ancak gün içinde soluklanmak amacıyla verilen çay molalarında ya da bir eşin dostun ziyarete geldiği bir demde söz konusu ilginç olaylar yeri gelmişken veya taşı gediğine koymak babından anlatılır. Bu hikayeler yüzlere tebessümü iliştirirken demlenmiş çaylara katılan şekerler gibi muhabbete de lezzet katar.

Tabii bir de çalışanların yoğun iş vakitlerinin ardından işle hiç alakası olmayan alışkanlıkları olagelmiştir çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla. Balığa çıkmak, döğüş horozu ya da güvercin beslemek gibi.

Ayrıca sanayi birçok insanın ekmek kapısı.. Acı, tatlı günlerin yaşandığı, bir ömrün gömüldüğü yerdir sanayii. Tabii okula gitmekten sıkılan, ders çalışmayı sevmeyen, birçok zayıf notlara ev sahipliği yapan karnelerin sahibi çocukların mecburi istikametidir sanayii aynı zamanda. Farklı bir bakış açısıyla bir bakıma okumanın teşvik edici bir kırbacı gibidir. Okula devam etmezsen, okumayı başaramazsan, sinirli bir suratla bağıran ve kapının hemen ardındaki sanayiyi işaret eden gergin kol ve titreyen işaret parmağı ile babalar: "İşte, sanayi orada... Tozlu, yağlı ve zahmetli işler, sanayide... Veririz bir ustanın yanına çalışırsın. Üç beş kuruş kazanırsın."

Bir tehdit cümlesi niyetiyle söylenen bu sözler belki de hayatta yeni bir başlangıç yapmanın farklı bir anlamı oluverir yetenekli gençlere. Herkes okuyacak diye bir kural yok ya! "Sen ağa ben ağa bu ineği kim sağa" demiş eskiler. Lakin nasıl düşünülürse düşünülsün, evine helal para götürmek isteyen birçok insanın ekmek teknesidir İnegöl mobilyasının üretildiği sanayisi.

Biz muhabbetten kopmayalım da tahtaları planyalamak için sanayiye gidip gelirken İrfan Usta'nın dükkanında duyduğum bu hikaye aramızda adeta darbımesel oldu.

'Mahmut abinin selamı var..." Gerçek bir vaka. Kahramanı arı gibi çalışkan işine düşkün bir mobilya ustası Mahmut Abi. Bir zamanlar başka bir firmada çalışırken yanında çırak olarak çalıştırdığı İrfan Usta'nın dükkanında ekmeğini kazanıyor. Hem samimi bir dost hem de kadim bir arkadaş. Duvarlarının rengini bile gizleyecek kadar talaş tozlarını süslediği, yer yer örümcek ağlarının kapladığı; freze, bıçkı, planya, yatar gibi makinaların icrayı sanat yaptığı bu imalathanede yanlış hatırlamıyorsam hikaye şöyle zuhur ediyor.

Çalışan elemanın biri Mahmut abinin motasikletine atlayıp bir işini görmek üzere basıyor gaza. Tabii aksilik bu ya yolda polis çeviriyor. Ehliyet vesaire resmi evraklar talep edilince delikanlı şaşkın, motosiklet "benim değil Mahmut abinin, bir telefon edivereyim" diyor. Polis bir sonuç çıkmayacağını bildiğinden olsa gerek ses etmiyor. Delikanlı telefon eder durumu anlatır, Mahmut abiye. Lakin Mahmut Abi ne yapsın ki... "Memur Bey'e selamımı söyle" deyiverir. Motoru alan delikanlı polise "Mahmut abinin selamı var" der. Memur Bey de "Ve aleyküm selam der cezayı keser. Sonra da "Mahmut abiye selam söyle" der. Delikanlı kesilen cezaya mi yansın, Mahmut Abinin selamının bir işe yaramadığına mı?

Velhasıl asırlar önce Fuzuli Bağdat'ta kendine bağlanan aylığı almak üzere vakıflar müdürlüğüne gitmiş. Kapıdan girince selam vermiş. Kimse oralı olmamış da Şair Fuzuli, "selam verdim rüşvet değildir diye kimse almadı" diye ünlü Şikayetnamesini yazmış ya... Onu anımsadım bu selam meselesinde...

Mahmut Abinin selamı yerde kalmamış. Polis memuru vazifesini bi-hakkın yapmış. Şimdi o günden sonra aramızda muhabbet konusu oldu bu Mahmut abinin selamı var, ibaresi.

Sanayide bir dükkana girildi mi şöyle ortaya(haziruna) okkalı bir selam verilir, sonra o gürültüde ne konuşulacaksa o kadarlık konuşulur.

Sanayi hikayeleri bu iki yazı ile biter...