Bugünkü İran, o zamanki Pers İmparatorluğu veya hadis-i şeriflerdeki ismiyle “Farisîlik” denen Fers İmparatorluğu’nun fethedilmesi Peygamber aleyhissalatu vesselamın planlarındaydı. Ömer bin Hattab, Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anhı görevlendirdi, Resûlullah’ın bu arzusu gerçekleşsin istedi. Ciddi bir ordu hazırlandı. Bugünkü Irak ve İran sınırına yakın bir bölgede Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anh, büyük bir orduyla Mecusîliği İslam adına tarihe gömmek üzere hazırlık yaptı.

Ordunun içinde Ebu Mihcen es-Sekafî isimli bir sahabi vardı. Bu sahabi cahiliye döneminde yani Müslüman olmadan önceki dönemde alkol kullanan ve yoğun sarhoş olan bir insandı. Alkollü iken yazdığı şiirler dillere destan olurmuş; alkolü öven, sarhoşluğu öven şiirleri. Müslüman oldu. Müslümanlığından yaklaşık beş sene sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sahabisi Sad bin ebi Vakkas’ın ordusunda bir nefer olarak görev aldı. Matarasına alkol koymuş. Askerlerin su içtiği matarasına. Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anhın ordusunda, Allah’ın Peygamberi’nin ashabının ordusu, büyük bir ordunun içerisinde; o İslam’ın, onların yeniden insanlığı kavuşturmak için uğraştıkları İslam hidayetinin en büyük yasaklarından birisi olan şarap, bu sahabinin matarasında var. Ve içerken yakalanmış.

Komutan Sad bin ebi Vakkas’a haber verilmiş. Denmiş ki: “Resûlullah’ın -aleyhissalatu vesselam- ordusunda alkol kullanan var.” Bana getirin, demiş. Getirmişler. Kardeşlerim,Dipnot olarak şunu size izah edeyim. Hikâye anlatmıyorum. “Tarihte denir ki…” diye bir masal anlatmıyorum. Size Musannef bin Abdurrezzak’tan ve Musannef bin ebi Şeybe’den özellikle hadis değeri olan bir bilgiyi aktarıyorum. Yüzlerce şahidi olan bir olay; bize kültür olarak değil, hadis olarak aktarılmış bir olayı anlatıyorum.

Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anh, huzuruna çağırmış. Bakmış ki hakikaten alkollü, hapis cezası vermiş. “Senin bulunduğun orduya Allah rahmet etmez” demiş. Hapis. O arada da büyük komutan Sad bin ebi Vakkas, sıtma hastalığına yakalanmış. Çok ağır hasta. Yani yatalak vaziyetteyken ordu idare ediyor. Kendisi için büyük bir çadır kurulmuş.

Diyelim ki ordu beş yüz metre ileride. O da ordunun kenarında, yatalak, gözlerini açamıyor, ağır hasta. Alkol kullanan askeri de kaçmasın diye çadırın kenarına bağlamış. Ellerini ve ayaklarını zincirlemiş. Medine’ye döndüğünde Ömer’e teslim edecek onu. Çünkü Resûlullah aleyhissalatu vesselamın ordusunda Müslüman bir sahabi, büyük bir hata olan alkol kullanmış. Ve ağzı da kokarken yakalanmış.

Bu arada Sad bin ebi Vakkas, ordunun başına vekil bir komutan koymuş. Ordu İran üzerine gidiyor ama İranlılar da Rüstem denen meşhur komutanlarıyla ciddi bir direnişe hazırlanıyorlar. Derken Sad bin ebi Vakkas komaya girmiş. Artık hareket edemiyor, yatalak vaziyette. Hanımı da onun yanında, Allah ondan da razı olsun. Çünkü ashab-ı kiram, bu bahsettiğimiz adamlar; cihada giderken ailece gidiyorlardı. Geri dönmek için değil, orada açılmış cennet kapısından Allah’ı bulmak için giderken hanımlarını da götürüyorlardı. Çocuklarını da götürüyorlardı. Ailece cihat ediyorlardı. “Gidip ganimet alıp geri geleceğiz” diye değil, “Oradan Allah’ı bulacağız” diye gidiyorlardı. Sad bin ebi Vakkas’ın hanımı da yanındaydı.

Savaş başladı, Müslümanlar ciddi zayiat vermeye başladılar. Bir gün, iki gün, üç gün sürdü bu. Sonunda Ebu Mihcen ayıldı; sarhoşluğu gitti. Baktı ki karşıda Müslümanlar kâfirlerle savaşıyor. Kahraman bir adammış. Bu manzara çok ağrına gitmiş. Uzaktan, beş yüz metrelik bir mesafeden seyrediyor. Bakıyor ki sarıklı adamlar bir bir atlar üzerinden yere düşüyor. Ağlamaya başlamış. “Allah’ım! Şehitlik fırsatı bir kere geldi, ben de bu zincirlerle yakalandım” diye ağlamış. Sad bin ebi Vakkas’a rica edecek olmuş, o da koma hâlinde. Başkomutan ağır hasta.

Sad bin ebi Vakkas’ın hanımına: “Allah için beni dinler misin biraz?” demiş. O da gelmiş, “Ne istiyorsun?” demiş. “Şu zincirlerimi çöz, Sad’ın atını da bana ver, gideyim. Eğer geri gelmezsem kaçtı dersin. Geri gelirsem Allah’a söz veriyorum, bu zincirleri kendim bağlayacağım.”

Yani seni bu durumdan dolayı tehlikeye düşürmeyeceğim demek istiyor. Kadın da çok duygulanmış. Bismillâhirrahmânirrahim diyerek zincirlerini çözmüş. Sad bin ebi Vakkas’ın ‘Belka’ isimli meşhur bir atı var. “Bin bu ata, git bakalım” demiş. Bir de mızrak ve kılıç vermiş eline. Ve bu şartlarla Ebu Mihcen ayıldıktan sonra, sarhoşluğu geçtikten sonra savaşa katılmış. Vuruşuyor, dövüşüyor.

Sad bin ebi Vakkas bir ara gözlerini açmış, çadırından seyrediyor. “Yahu hanım, hayret! Şu at benim ata benziyor. Şu vuruşlar da Ebu Mihcen’in vuruşlarına benziyor ama Ebu Mihcen bağlı. Ben herhâlde rüya görüyorum” demiş. Tekrar yatmış. Ebu Mihcen’in oradaki vuruşlarını ve kâfirleri dağıtışını gören diğer sahabiler, Allahuekber, yahu melekler yine geldi herhâlde demişler. Böyle bir pozisyon oluşmuş.

Allah’ın lütfu ve keremi ile Ebu Mihcen’in de katkılarıyla Pers İmparatorluğu mağlup olup gitti; İran fethedildi o gün. Ebu Mihcen radıyallahu anh da söz verdiği gibi geldi, Sad bin ebi Vakkas’ın hanımı da geldi, ellerini bağladı ve hiçbir şey olmamış gibi orada oturdu, bekliyor. Zafer tekbirleri getirilmeye başlandı. Sa’d bin Ebi Vakkas radıyallahu anh, sevincinden hastalığını unuttu. Çünkü Resûlullah’ın büyük bir arzusu gerçekleşti. Ölümcül hasta bile bu sevinçten iyileşiverdi. Allah onların hepsinden razı olsun.

Ebu Mihcen de hiçbir şey olmamış gibi zincirleriyle oturuyor. Sad bin ebi Vakkas’ın hanımı, Sad’ın ayağa kalktığını görünce tebrik etmiş onu. Sonra da “Bana bak, ben böyle bir iş yaptım. Suç işlediysem cezam ne ise ver” demiş. Yani; “Esiri Ömer’e götürecektin, sarhoştu. Ben bunu çözdüm. O at da senin atındı. Böyle bir iş yaptık” demiş.

Sad bin ebi Vakkas, “Nerede o Ebu Mihcen?” demiş. Kalkmış, çadırın dışına gitmiş. Ebu Mihcen demiş ki: “Allah şahit olsun, bu hataya hanımını ben ikna ettim. Yoksa onun bir kabahati yok. Cezamı verebilirsin.” Sad bin ebi Vakkas radıyallahu anh da “Biraz önce melekler gibi vuruşan adama mı ben ceza vereceğim? Bırak bu zincirleri, git mümin kardeşlerin arasına katıl” demiş. (DEVAM EDECEK İNŞALLAH!)

NURETTİN YILDIZ