Tam bin yıl sonra gözyaşlarıyla Eyyüboğlu Selahaddin Yusuf'u kalabalık bir cemaat eşliğinde toprağa gömdüğünde gözünden yaşlar akıyordu mavi gözlüklü adamın.

470 sayfalık kitabı bitirdiğinde kitap yapraklarının yağmur taneleri ile ıslanmış kabarık halleri dikkatlerden kaçmıyordu. Okuduğu kitabın ismi Selahaddin "Şark'ın Kartalı" idi.

İki gündür Kudüs'ü, Frenklerin elinden kurtarmaya çalışan Selahaddin'in ordusunu takip ediyordu.

Onunla beraber istişare ediyor, onunla beraber komutanları değişik bölgelere sevk ediyor, onunla beraber ibadet ediyor, halka takvalı olun ve cihattan ayrılmayın nasihatleri dinliyordu ondan.

İki aylık bir süre kalmıştı kış mevsiminin girmesine. Fethedilmesi gereken altmıştan fazla kale veya belde var idi.

Komutanlarıyla işbölümü yapıp değişik bölgelerden fetih haberleri devşirmeye başlamıştı Selahaddin ile beraber.

Mavi gözlüklü adam kelimeleri satırlara, satırları paragraflara bağlandıkça yeni yerler fethediyor yeni sorunlarla mücadeleye başlıyordu.

Selahaddin'in sırtına kaderin vurmuş olduğu "kutsal yükü" kendi omuzlarında hissediyordu cümlelerin sonuna vardığında. Okuduğunun derin etkisi ile sarsılan ruhu, "acaba orada olsaydım ne yapardım?" endişesini her daim yaşıyordu.

Selahaddin gibi ümmetin utancını kaldıran Kudüs şehrini Frenklerin elinden geri alan ve onun savunması için her türlü zahmeti, fedakarlığı göğüsleyen komutanın yanında cihad yapmak isteyen "Sadık" gibi bir adam olmak isterdi.

Son altı yılını her daim Selahaddin ile birlikte geçiren ve onun imanına, ahlakına, ilmine, şefkatine, merhametine, kızgınlığına, affetmesine şahit olan "Sadık" gibi olmak isterdi.

Selahaddin'in vasiyeti üzerine Sadık cenaze işlerini sakin şekilde hallettikten sonra oğlu ile beraber kabre indirdikten sonra içinde sakladığı acı, bir volkan gibi patlamış daha kabir örtünmeden başını topraklara vura vura alınını kanatmıştı.

Hayatını vermek mümkün olsaydı onu da Selahaddin'in uğruna verebilecek onlarca insan gözyaşları içinde Selahaddin'i toprağa verdiler. Mavi gözlüklü adam, bunları tek tek gördü satırların arasından.

Batının (Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya'nın) ünlü kralları ve komutanları Kudüs'ün düştüğünü duyduklarında başta Fransa kralı Philip ile İngiltere Kralı Aslan Yürekli Rişar, yüz binleri aşan ordularıyla Kudüs'ün yakınlarına gelmiş ve onu tekrar geri almaya çalışmışlardı.

Akka Kalesi'nin savunması çok zahmetli oldu ve çaresizce teslim olduklarında iki binden fazla mücahidin kafasını keserek, taşlar ve gürzlerle ezerek feci bir biçimde öldürdüğüne şahit oldu gözleriyle. Şehit olanların kadınlarını ve çocuklarını cesetlerin başlarına topladılar onları da orada feci şekilde katlettiler. (DEVAM EDECEK)