Üniversiteyi bitireli altı ay olmuştu. Günler sonra lisans eğitimine uygun bir iş bulması zor olmadı. Son sınıfın ortalarında iken nişanlanmıştı. Yeni bir yuva kuracak olmanın heyecanıyla yanıp kavruluyordu.

"Beni candan usandırdı, cefadan yar usanmaz mı?

Felekler yandı ahımdan muradım şem'i yanmaz mı" beyti ile başlayan dertlere gark olmadan istek mumu yanmış, duaları kabul olmuş ve karagözlü sevdası karşısına çıkıvermişti.

Ateş-i aşk...

Hikayelerde, romanlarda ve dahi şiirlerde yazıldığı gibi gönlünün duvarını yalayıp yalayıp geçiyordu. Sıkça görüşmelerine rağmen cep telefonları susmuyor, mesajların ardı arkası kesilmiyordu. Ayaklarının yere basmadığı günler yavaş yavaş maziye karışıyor ve sorumluluk iklimine yuvarlandığını fark ediyordu.

Hafta sonu kara gözlü sevdasıyla Hikmet Şahin Kültür Parkında yeşilliklerle çevrili havuza bakan bir masaya oturdular ve beyaz önlüklü garsona "üç çay" işareti ile siparişi verdiler.

Havanın yumuşaklığı, mekanın güzelliği ve bitmesin istenen zamanın tam ortasındaydılar. Delikanlı çayını yudumlarken sevdası da siyah başörtüsünü düzeltiyordu. Kız kardeşinin masanın bir adım gerisindeymiş gibi oturuşu onları rahatsız etmiyordu.

Delikanlı konuya nasıl gireceğini düşündü. Önceki akşam arkadaşının düğününde gördüklerini anlatarak başlamak istedi. İyi döşenmiş bir salonda, beyaz sandalyelere oturan gelin ve damadın nikah merasiminde kulağına çarpan o klasik ses: "Belediye başkanının bana verdiği yetkiye dayanarak..." cümleyi tamamlamaya bile gerek görmedi.

Giriş kısmını bitirdiği konuşmasının ardını toparlamaya çalıştı. "Yani, ne demek istiyorsun?" diyen bir çift siyah zeytin karası gözlere tatmin edici cevap tasarladı. Sevgi dolu ses tonu ile "Biz nikahımızı İnegöl müftüsüne kıydıralım olmaz mı?" deyiverdi.

Müslüman olan bu memleketin insanları uzun zamandan beri çift nikahla evleniyorlardı. Dindar olsun veya dindar olmasın gelenekteki "imam nikahı" ile kanunlarla belirlenmiş "resmi nikah" ikileminden kimseler rahatsız olmamışçasına uyum içinde nikahlanıp evleniyorlardı.

Devlet ya da kanunlar, "dini yani imam nikahı kıyamazsın" diye yasaklama getirmemişti. Halk önce dini nikahı sonra da resmi nikahı kıyıp kolay bir çözüm yolu bulduğu için olabilir, durumu kabul ediyorlardı. Dini nikahın soyut olması ve gelenek içinde eritilmesine laik kesimlerden cılız itirazların dışında karşı çıkan bir ses duyulmamıştı.

Ne zaman ki "müftülere nikah kıyma yetkisi" verildi o vakit tepki kat kat arttı. Fakat "it ürür, kervan yürür" kuralı da hükmünü sürüyordu. Sürüyordu ama müftülere nikah kıydırma işi nadir işler bölümüne kaydedilmişti birden büyük bir talep oluşmamıştı.

Sanki devlet memurları kanununa göre nikah memuru ile müftünün/imamın bir farkı yoktu. Öyleyse devletin verdiği yetkiyi kullanacak bir müftü bulunmalıydı.

(YARIN DEVAM EDECEK)