Fikri bir yoğunluk ile tamamlanmış bir dersin ardından okulun geniş bahçesinde iki delikanlı, sararmış yaprakların insanın içinde uyandıracak hislerden uzak az önce edebiyat dersinde konuşulanları, daha doğrusu öğretmenin konuştukları üzerinde kritik yapmaya çalışıyorlardı. Öğrencilerden biri:

-Hocamın anlattıkları dikkatini çekti mi, dedi öbürüne. Zaten çok amaçlı salona gitmemiz en çok hocaya yarıyor. Sanki düşüncelerini, fikirlerini bizimle paylaşmak için özel bir ortam arıyormuş gibi davranıyor ve bunun hakkını da veriyor gerçekten. Öbürü:

-Sadece kendi düşüncelerini anlatması değil mesele, bizim de sahneye çıkıp toplum karşısında konuşmamıza yardımcı oluyor. Fakat biz onun çok rahatça yaptığı böyle konuşmaların yarısı kadarını bile yapamadığımızı fark ediyorum. Edebiyatçı, düşüncelere daldı mı neyi neye bağladığını, nerelerden nerelere geldiğini ve ne sonuçlar çıkaracağını kestirmek zor oluyor.

-Evet, gerçekten de hem dersimizle alakalı yani edebiyatın hikaye konuları ile ilgili hem de güncelle alakalı, çok ciddi bağlantılar kurarak, bizi aydınlatmaya çalışıyor.

-Hatırlasana az önce derste "İstemek ve Tanrılaşmak" başlığı altında neler söyledi.

-Hatırlamaz olur muyum? Öncelikle bireyin iç dünyasını konu alan hikayelerin özelliklerini, bu eserlerdeki bilinç akışını, iç konuşma ya da geri dönüş teknikleri gibi bazı teknikler kullandığını belirtti ve kendi iç konuşmasıymış gibi bize de düşüncelerinden ikram etti.

Başka hocalara benzemiyor edebiyatçı, çok ilginç yaklaşımlar da sunuyor. İstemek ve tanrılaşmak başlığı altında konuşmadan önce ne dedi: "Düşünce ikliminde kitaba büyük yer veririm. Önce kitapta olup olmadığına bakarım, ondan sonra varsa tarihte, mitolojide, batılı eserlerde, sanatta... Hepsini elimden geldiği kadar toplamaya çalışır, ardından bir tez ya da teori ortaya atma çalışırım."

- Gerçekten çok mantıklı bir yol değil mi? Bu iyi bir metot: Düşüncede, kadim olan kitap dediği işte Kur'an-ı Kerim'in ne dediğine kulak vermek... Zaten Allah sözünü doğru olduğuna da inanıyor ki biz de inanıyoruz. Yani anlayacağın sırtını çok sağlam yere dayamış hoca.

-Gerçi böyle söylemesi yeterli ama edebiyat dersinin bir din dersi olmasından ya da dini bir ders gibi algılanmasında kurtulmak için çok değişik ilmi alanlardan örnekler veriyor: Psikoloji, tarih, felsefe gibi.

-Bu girişten sonraki ilk cümlesi neydi? "Allah istemezse, siz isteyemezsiniz." Tabi eminim ki sınıfta hiç kimse bunu duymamıştı daha önce. Yani hangimiz doğru dürüst Kur'an-ı Kerim'i biliyoruz ki... Hangimiz baştan sona meal okuyoruz değil mi?

-Vallahi haklısın. Bak şu bahçede gezen bu kadar insan... Acaba kaçta kaçı okudu ki. Fakat hepsine tek tek sorsan Müslüman. Sana bir şey diyeyim mi? Hocanın yürek yangını daha iyi anlıyorum sanki.

-Fakat, bu istemek olayını anladım da... Olayın tanrılaşmakla ne alakası olduğunu çıkaramamıştım ilk anda. Ama hoca cevabı patlattı işte. Kur'an-ı Kerim'de, Firavun denen Mısır kralı, ne demiş Musa ile yarışan sihirbazlara? "Ben size izin vermeden siz nasıl inanırsınız?" Yani ben istemeden siz nasıl isterseniz demenin başka bir söylem biçimi.

Hem hatırlasana o zalim Firavun da "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" demiyor muydu insanlara.

-Hoca orada bir şey daha söyle farkında mısın? Bana da biraz güç versinler, asker versinler, para versinler: "Ben de tanrılık taslayabilirim" ifadesi çok dikkatimi çekti.

-Ya aslında sanırım mesele hocanın "bana biraz güç versinler, biraz para versinler, ben de tanrılık yaparım" sözü değil. İnsanın içindeki duygular böyle. Mevlana demiş ya "Musa da senin içinde, Firavun da senin içinde."

-İyi ki iman etmişiz iyi ki teslim olmuşuz kardeşim. ( DEVAM EDECEK)