"Otuz yıldır, her hafta devam eden bu sabah namazı buluşmaları" cümlesini tekrar ettiği bir sabah namazı sonrasıydı. Tilavet olunan Yasin-i Şerif'in dördüncü sayfasında dikkatini çeken bir ayet takıldı nazarlarına. Biraz sonra farklı seslerin birer sayfa olarak okuduğu Kur'anın kalbi olan sure bitecekti. Teberrüken yapılacak kısa bir muhabbetin konusu bu ayeti kerime olacaktı.

Onlara, "Allah'ın size verdiği rızıktan başkaları için de harcayın" dendiğinde, inkarcılar müminlere derler ki: "Dilese Allah'ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz! Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz.(sapıtmışsınız)"Yasin Suresi 47

Allah'ın gönlüne ilham ettiği manaları kelime katarına yükleyip nefesinin gücü ile telaffuz edecekti. Okuduğu ayet-i kerimenin bugünkü karşılığını düşünmek onu daha da heyecanlandırdı. "İçinde doğru bulunan yanlış bir cümle kurmak" düşüncesi belirdi zihninde. "Dilerse Allah'ın doğuracağı kimseler" cümlenin doğru kısmıydı. Rezzak olan Allah, yarattığını bilmez mi ve onların rızkını vermez mi? Allah'ın dilemesidir, tüm mahlukatın mevcudiyeti. Bunca varlığı mükemmelce çok farklı biçimde yaratan Allah dilerse onları doyuramaz mı, besleyemez mi? Cevabı gün gibi aşikar olan bu ifadenin yanlış tarafı "biz mi besleyeceğiz?" itirazıdır.

Ne yapmaları gerekiyor bu azgın kafirlerin? Yine Allah'ın kendilerine verdiği rızıktan muhtaçlar için hayır yolunda harcamak. Hem de bir kısmını ya da çok azını. "Boşa koysan dolmaz, doluya koysam almaz" dinleyecek kadar az bir şeydir verecekleri. Lakin Allah'ın her emrine karşı gelmek nefislerinin hoşuna gidiyor. Diklenmek, hem de müslümanların fikriyle onları vurmak, "Allah onları fakir olmasını takdir etmiş! Yalan mı?" Mantığa bakar mısınız? Burnunun ucuna inmiş gözlüklerin üzerinden halka olmuş gençlere hitap ediyordu. İlgi ile dinlemelerinden memnun kalmıştı. "Ne yapalım, ne edelim de Allah'ın emrine karşı tavır alalım!" psikolojisi inkarcı yüreklerini sarıp sarmalamış körlerin.

Günümüzde Türkiye müslümanlarının, dünyanın dört bir tarafındaki mazlumlar için yapmış olduğu yardımlar hakkında da bazı dar görüşlü zavallıların; "Neden başka ülkelerin insanlarına yardım ediyorsunuz! Türkiye'de fakir mi yok! Türkiye'deki fakirlere-muhtaçlara yardım etsenize" deyişlerini hatırladı. Allah'ın kitabında inkarcıların, müminlere karşı söylemiş olduğu bu sözün bugünkü versiyonu böyleydi. Dünyaya İslam'ın güzelliğini, Müslümanların cömertliğini yaymak isteyen alnı secdeli yöneticilerimizin başarısını kıskanmakta yatıyor gocunmaları. İyilik gönülleri birbirine bağlar. İyilik yapanlar her daim sevilir.

Müslümanların, hem muhtaç din kardeşlerine hem de diğer din mensuplarına yardım etmeleri, kendisini iyiliksever Müslümanların karşına konuçlandıran insanların şeytani bir vesveseli cümlesidir bu. Ayetteki psikolojiyi mi yaşıyorlar diye merak ediyorum hani. Ayet-i kerimede yardımsever Müslümanları yanılgı içinde, hatalı davranış içinde hatta sapıtmış olarak suçluyorlar. Bu ayetteki teklif, hazinelerinin anahtarlarını develerin taşıdığı zengin Karun'a da yapılmıştı.

"Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu gözet, ama dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez." (Kasas Suresi 77)

Malı çok sevenler, malını korumak için dokuz takla atıp duranlar, kazandığı malının kendini koruyacaklarını sanırlar. Karşılıksız herhangi bir iyilik yapmazlar. Belki de onlar rızkı veren Allah'tır. "Allah dilediğine genişletir dilediğine de az rızık verir" ayeti kerimesinin bir tecellisi olarak fakirlerin olması da Allah'ın dilemesidir." diye düşünüp vazifelerini yapmak istemezler. Fakat yanlış düşünürler.

Allah insanlar birbirine karşı iyilik etsinler, diye bazılarına çok mal bazılarına da az mal vermiştir. Varlıklı olanlara, fakirlere yardım etme vazifesi de yüklemiştir. Aslında her şeyi Allah'ın emriye çerçevesinde düşünmüş olsak çok basit olacak. Fakat Karun kafalılar, sahip oldukları malları kendi bilgisi çerçevesinde kazandıklarını sanır.

Mal O'nun, mülk O'nundur. Dilediğine, dilediği kadar verir; dilediğine dilediğini emreder. Allah'ın dediklerini harfiyen yapmak varken kendi nefislerine uyarlar ve müminlerin delalette olduklarını sanırlar. "Ben parayı kazanırken onlar benimle beraber mi çalıştılar?" deyip muhtaçlara yardım etmeyenler, "verilmiş sadakan varmış" "az sadaka çok belayı def eder" gibi güzel inançlardan mahrumdurlar.

Hatta bu mal mülk sahipleri, dünyada kazandıkları gibi ahirette de kazançlı olacaklarını zannederler. Çünkü mal mülk onların inançlarını ve dünya görüşlerini de değiştirmiştir. Güneş, hayat bahşeden ışınlarını kubbenin penceresinden geçirip turkuaz halıların üzerine sererken "el-Fatiha" diyerek sözü bitirdi.