Bir Pazar yürüyüşü için cennet bahçesine misal olacak güzellikteki parkın içinde salına salına gidiyordu. Uzun zamandır bu vakitlerde gelmemişti. Neden gelmediğini, niçin gelmek istemediğini daha önce de sormuştu kendisine. Ancak cevap pek iç acıcı değildi.

Gençlerin ahlaki durumlarını görünce "toplumsal helakten/yok oluştan" korkar oldu. Kadim toplumları bu ahlaksızlıklar çürüğe çıkarmamışlar mıydı? Onca gelişmişliğine rağmen içten çürüyen toplum yıkılmaya mahkum değil miydi?

İkindi güneşinin o munis sonbahar ışınları yüzüne temas ederken elindeki Mustafa Kutlu'nun hikayelerinden birini okumak üzere bir banka oturdu. Toplum içinde kitap okurken kendini hep garip ve yalnız hissederdi. Böyle harika yerlerin kitap okuma mekanı ve tefekkür beldesi olmaması içini sızlatırdı.

Bu cennet bahçesi park, yeme içme ve eğlenme yeri olduğu yanan mangallardan belli oluyordu. Eşini, çoluğunu çocuğunu kapanlar bir mangalın ötesine yaygılarını yaymışlardı. Birileri çekirdek çıtlarken, değerleri salata yapıyor, öbürleri çaya bakarken berikiler mangallın ateşini harlıyorlardı. Herkes kendi alemine dalmış vaktin tadını çıkarırken her birini gözleyen bir çift göz uygun adımlarla yanlarından geçiyordu.

Her bir şeyi görmek ve gözlemlemek istiyordu yürüyen adam. Bir mutluluk tablosuydu seyretmek istediği. Doğum günü kutlayan başları kapalı genç kızlar doğum günü partisi yaparken, yetişkin delikanlılar da ağaçların göllerlerinin düştüğü geniş yeşilliklerin dar bir köşesinde maç yapıyorlardı.

Bunların her birine hüsnü kabul gözüyle bakan adam aşkı bilirdi. Sevmek nedir, aşık maşuk edebiyatı üzerine oldukça iyi birikimi vardı. Edebi coşkunluğu sever, şiir okur, aşk romanlarını bir solukta bitirirdi. Sevgi kokan dizilerin bir kısmını tüm duygusallığı ile izlerdi.

Fakat, bu İrem bağlarının ortasında ya da duvar diplerinde gördüğü o liseli gençlerin sarmaş dolaş halleri ciğerini yaktı. İki metre ötede ağacın gölgesindeki ailenin büyüklerine, kadınına, kızına, delikanlısına, hanım teyzesine aldırış etmeden sarmaş dolan gençlerin hallerine acıdı kızgın bir şekilde.

Duvar diplerini çok samimi vaziyette oturan kızlı erkekli çiftleri gördükçe, gençlerin ahlakıyla ilgili gidişatı bir kez daha düşündü. Ahlaki çöküntünün enkazından bu gençleri nasıl kurtarabileceğini düşünündü. Böyle edepsizce hareketler çok yaygınlaştı. Kimse kimseye bir şey diyemiyor. Özel hayatım, kimse karışamaz, özgürüm ben gibi savunmalarla kendini savunmaya geçeceklerini düşünmeden bir şey yaptı. Durdu ve seyretti onları bakışlarında bir hoş görme ve haz alma belirtileri olmadan.

Kendisine bakanlarla ilgilenmedikleri zaman onları kimseler görmemiş oluyor, sanıyorlardı. Ayıptır, günahtır diyenler bile gördüklerinden başı çeviriyordu bu na-hoş manzara karşısında. Haya perdesini yırtmış, namus kavramını soluklaştırmış nesillerin genel tutumu bu idi. Kamusal hayatta özel hayatın kuralları değil toplumsal ahlak kuralları geçeceğini unutan, şehvetin dürtüsüyle dürtüklenmiş bu nesillere kim doğruyu yanlışı öğretecekti.

Tabii ki de büyükler... Lakin zaten ailelerin yanında, gözü önünde oluyordu bu edepsizlik. Tabii büyükler de dudaklarındaki beddualarla uzaklaşıyordu; "Bizim zamanımız böyle miydi? Her şeyin bir adabı vardı. Kızların bir ağırlığı, bir utanması olurdu" diye düşünüyorlardı.

Yürüyen adam durdu. Karşısında samimi pozlar veren gençler, bir dizide oynuyormuş gibi yapıyorlardı. Bir tv ekranında sanıyorlardı kendilerini. Bakanlar onları görüyor fakat onlar bakanları görmüyor sanıyorlardı. Bu yürüyen adamın, kendilerine yakıcı, sert, uyaran bakışlarını ilkin kıvırcık saçlı kız fark etti. Kulağını, yanağını, boynunu öpen genci eliyle uzaklaştırmaya çalışırken bir şeyler fısıldıyordu.

Sevdiğinden kam almaya çalışan genç işin zevkindeydi. Kendinden geçmiş bu güzel parkın keyfini çıkarıyordu. Lakin yarında kesildi bu ziyafet. Keyfini kaçıran adama bir şey söylemek geçti içinden. Ne bakıyorsun diyecekti belki de. Bir tartışma çıkabilirdi, tartışma kavgaya da dönüşebilirdi. Fakat kız arkadaşı çok ürkmüştü. Onun "hadi gidelim" deyişini kıramadı. Kalktılar ve gittiler...

Sessiz bir "toplumsal uyarı" maksadına ulaşmış, gözler kalbin aynasıdır inceliği ile kalbinden geçenleri bakışlarıyla anlatmıştı duran adam. Kendini deve kuşu sanan edep yoksunu insanlara görüldüklerini ve fark edildiklerini ve uygun bir davranış yapmadıkları hal diliyle anlatılmıştı.