Adam, yazarken içinde bulunduğu halden bahsederken daha rahat kalem oynatabildiğini biliyordu. Bizzat yaşadığı bir olaydı anlatacağı. Sadece kelimeleri ardı ardına dizmek kalmıştı zahmetli olan.
Kıpkırmızı bir gökyüzüydü elini uzatıp dokunduğu atlastan kumaş. Bir kısmında beyazlık çarpıyordu gözüne sonrası tekrar kızıllık. Gün batmamıştı ve ufuk da bu kadar yakın değildi. "Bu başımızın üstenden dalda dalga akıp geçen de neydi?" diye düşündü kır saçlarını düzeltirken.
Gölgesinde serinlediği, dalgalanmasından esenlik duyduğu ay yıldızlı bir gökyüzüydü ellerine sürtünen. Yürüdü geçti tepesinden, ardından ellerde sallanan binlerce özgürlük. Göğsünde bir kuş çırpıyordu kafesini parçalarcasına. Bir sağanak boşandı bir çift kaynaktan.
Al kanlı elbiselere bürünmüş şehitlere selam durmak, saygı durmak için bunca yürek bu güzel bayrağın altında toplanmıştı. Dillerden göğe savrulan kelimeler birlik çağrısıydı: Türk Kürt Kardeştir, Ayrım Yapan Kalleştir.
İnanç dolu, sevgi dolu bir vicdanın gümbür gümbür çağlayan sesiydi İstanbul Yenikapı'dan yeri göğü inleten sesler. Büyük platformda hitap edenler dinleyicileri sevgi ve sağıyla selamlıyorlar, ruhları ürpertecek onca güzel cümleleri sıralıyorlardı. Sunucunu aralarda okuduğu şiirleri şehadete olan özlemi ve şehitlere duyulan muhabbeti dile getiriyordu.
Bu vatan, toprağın kara bağrında
Sıradağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca, onun uğrunda
Kendini tarihe verenlerindir...

İleri atılıp sellercesine,
Göğsünden vurulup tam ercesine,
Bir gül bahçesine girercesine,
Şu kara toprağa girenlerindir...

Ülkesi üzerinde uygulanmaya çalışan bu hain planların artık tutmayacağını hissediyordu adam. Çünkü güncel haberleri tek tek takip ediyor ve biliyordu ki "üst akıl" artık ihtiyarlardı. "Üst akıl" ucu ya da kökü yurtdışında olan ihtiyar bir beyindir artık. Çünkü aynı filmi bir kez daha perdeye yansıtıyor. Yıllar önce bilinmiyordu bazı şeyler, hiç fark edilmemişti bu kadar derin planları.

Kürsüden gönülleri coşturan ses inancın ve samimiyetin sembolüydü. Sevgi kanalları döşemişti gönüller arasına. Herkes derin bir sevgiye ve hoş bir makam eşliğinde ismini söylemekten zevk alıyordu. Uzun adamın bayrakla ilgili değerlendirmeleri çok hoşuna gitti adamın. Bayrağa saygısını her zaman sergileyen, dünyanın en büyük devletlerin liderlerine örnek olacak o davranışı bir gün dikkate alınacaktı. Yerden bayrağı kaldırıp iç cebine koymasına tebessümle bakanlar yakın zamanda bu yüksek davranışa ulaşabilecektir. Ondan bayrağın anlamını dinlemek mest etmişti gönlünü.

Hele en çok onun diline yakışan şiirler, yok mu? Şiir okudu, hapse girdi. Çıktı, millete şiiri sevdirdi. Şiir gibi konuşuyordu, şiir gibi akıyordu gönüllere. Sınırları aşmadıkça adamın yüreğinde sevgi halesi alev alevdi.

Bu millet tarihinde liderlerini sevmedi değil: Kimini korkuyla sevdi, kimini saygıyla sevdi, ama şimdi bunu, bu bayrak denizi önünde hitap eden güzel insanı sevgiyle, muhabbetle sevdi.

"İnsanların en hayırlısı insanlara en faydalı olanıdır. Bizim ilkemiz bu.
Bu bayrağın yere düşmemesi için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadık. İhtiyaç çıktığı zaman can vermeyi cana minnet sayarak vazifemize koşarız. Kim ki bu bayrağa sahip çıkıyorsa işte o millidir, yerlidir, Türkiyelidir. Kim ki yan gözle bakıyorsa işte o bu vatanla da bu milletle de bağı kalmamış olan bir mankurttur." Dinlediği cümlelerde en iyi ve en sağlam tespitlerden biriydi bu

Adam, bu güçlü adamın selamı aldı. Selamlamak için salladığı eline yine dikkat etti. Dimdik duran dört parmağın önünde(ayakları dibinde) avuç içine doğru saygıyla eğilmiş başparmağı ile yani Rabia selamı ile selamlıyordu milletini. Bu ne büyük bir kadirşinaslıktı. Dünya demokratlarına putlarını yediren o Rabia meydanın yiğitlerini, küçük Esma'yı asla unutmuyordu.

Adam bunu seviyordu. Vefakarlık ne büyük bir ahlaki güzellikti. Milletini bu kadar ciddiye alan onun için katlandıklarına milleti de cevap veriyordu bu sevgiyle.

Adam akşam namazını kıldığı Yenikapı sahilinde bir İstanbul havasını doya doya içine çekti, vakit olsaydı dönmek için acele etmeyecekti