Tamamlanmak için geldiğimiz bu dünyada hepimiz doğum sancıları çekiyor, ruh İsa’sını doğurma telaşına düşüyoruz. Eksiğimizin ayırdına vardığımız her durakta eski aylarımızı kırparak yıldız yapıyor, umutla büyütüp bağladığımız zanlarımızı bir aldanma acısıyla çözüyoruz.  Bu dram bize bir gerçeği öğretiyor. Cemal ancak kemalle sürekli olabilir.

Bir yandan kadim geleneğimizin günlük hayatımızdaki bakiyesinin altı modern bir zihin yapısında birleşen Batılı ve İslamcı kazmalarla oyulurken öbür yandan şeyhleri ve müritleriyle tekkelerimizin ruhaniyeti sürekli zayıflıyor.

İslamcılıkla toplumun Müslümanlığı arasında büyük bir fark var. Bunlardan biri bir ideoloji iken diğeri sürekli ruhaniyeti zayıflayan hayatımızın kendisi. Ümmeti taşıyabilecek tefekkür gücümüzün de ruhaniyetimizin de olmadığını anlayınca içimizdeki taşkınlık, simasını sürekli cilaladığımız manevi aynalarımızın çatlaklarından sızarak bizi önce cemalsiz bırakıyor, sonra, aynadan aynaya sıçratıyor. Nedim her sıçramada karşıma çıkıyor. 

Yok, bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim 

Bir perî sûret görünmüş, bir hayal olmuş sana

Bir buçuk asırdır bize ait olmayan bir zeminde kültürle medeniyeti ayrıştırmaya çalıştık. Medeniyeti bilim ve teknolojiye indirgeyerek batının kültürünü değil medeniyetini almak gibi felsefî bir zorlukla fiilî bir zorunluluk arasında bocaladık. Bu süreçteki nedenlerden dolayı bugün metafizik düşünce zorluğu ve zorunluluğuyla karşı karşıyayız.  

İşimizi zorlaştıran hususlardan biri şu: Kültür ve medeniyet gibi bizim ve bizden olmayan kavramlarla konuşuyoruz. Hem İslam medeniyeti ya da İslam felsefesi adlandırmaları hem onların gerektirdiği çerçevede düşünme imkânı içinde bulunduğumuz modern sürecin gerekleridir. Kırk katır mı, kırk satır mı kabilinden idrakimize giydirmeye çalıştığımız bu ucubenin fikrî bir bütünlüğü ve büyüklüğü olmadığı gibi bu düşünüş şekli manevî geleneğimizin devamlılığı anlamındaki bir asaletten yoksundur.  

Düşünmek bizi diğer şeylerden ayırt eden özelliğimizdir deniliyor. Özgürlüğümüzün koşulu olarak düşünce kendiliğinden harekete geçen bir eylem olarak tanımlanınca bizi biz yapan şey de düşünme eyleminin bizzat kendisi oluyor. Düşünmenin amacını belirleyen aslî yönelim manevî temelinden koparılınca ortada modern düşünce denilen salt aklî bir zeminde düşünme imkânı ve eşyanın mahiyetini sırf pozitif kabullerle anlama eyleminden başka bir şey kalmıyor. Tabiatıyla modern anlamda Müslümanca düşünme deyimi Müslümanca olmuyor. Prof. Dr. Ayhan Çitil’in deyimiyle felsefî ve bilimsel üretime eşlik etmek, onlara katkıda bulunmak bizzat Müslümanların kendi metafizik ilkeleriyle çelişmeyi göze almaktır. Yani Müslümanların akademik zemindeki felsefî ve bilimsel üretime eşlik etmesi, sosyal bilimler düşüncesine eklemlenmesi kendi ilkeleriyle çelişme riski taşımaktadır.  

Türkiye’yi hatta ümmeti taşıyıcı gücün bir fikir hareketi olmasını temenni edenler var. Hâlbuki Tanzimat’la içine düştüğümüz fikir süreci bize bir haysiyet kazandırmadı. Zira Batıdan eklemlenen bu zihniyet küllî bir idrakten uzak. Bugün muhtaç olduğumuz hayat fikirden kaynaklanan bir itikat değildir. Bize ait olabilmesi için yaşadığımız hayatın Muhyiddin ibn Arabî’den esinlendiğim bir ifadeyle sahih bir itikat, ilâhî kelam ve salih amel anlamında bir imanla tezahür eden bir bütünlüğü olmalıdır.  

Hasan Şahin Aktaş