Birkaç saniyedir içinde tuttuğu nefesi dışarı verdi. Soğuk havanın etkisiyle verdiği nefes, koca bir duman gibi yayıldı gökyüzünde. Nefesinin oluşturduğu sisi hüzünlü bir tebessümle izledi. Kafasını kaldırıp bulutlarla kaplanmış gökyüzüne çevirdi bakışlarını.

Kapkara bulutlar kızgın bir edayla gürleyerek başlayacak olan sağanak yağmuru haber ediyorlardı sanki. Öyle olacak ki birkaç saniye sonra bulutların gözyaşları değmeye başladı tenine. Kıpırdamadı. Ne ileri ne de geri gidebilirdi zaten. İlerisi yürünemeyecek kadar karanlık, geride bıraktıkları ise dönülemeyecek kadar dağınıktı onun için...

Önce hafif hafif yağan, sonra hızlarını iyice artıran yağmur damlalarına benzetti kendini. O da coşkuyla çıkmıştı bu yola. Hırslı ve azimliydi. Bu azimle kötü anıları unutabileceğine, yeni bir hayat kurabileceğine inanmıştı.

Bu inançla da daha hırslı, daha azimli olmuştu. Tıpkı yanağını döven yağmur damlaları gibi... Ama umduğu gibi mutluluğa ulaşamamış, sertçe çarpmıştı yere. O da yolun sonuna vardığında acı gerçekle, acımasız zeminle yüzleşmişti.

Şimdiyse çoğu damla gibi buharlaşmayı, bu yolda yeniden yürümeyi istiyordu. Ama ihtiyacı olan güneş hiç doğmayacak gibi görünüyordu. Zaten kötü olan hava düşüncelerini doğrulamak ister gibi iyice kötüleşmişti. Yanağını ıslatan yağmur damlalarına gözyaşları da eklenmişti artık.

adam ağlamaz, derlerdi ama o umursamadı. Neden ağlamasındı ki erkekler? Onların kırılacak kalpleri, yorulacak ruhları, yanaklarından süzülecek dertleri olamaz mıydı? Şu yirmi beş yıllık hayatında hep içine atmamış mıydı zaten? Şimdi, gözyaşlarını durduracak ne vardı ki?

Delicesine yaşlar döken gözlerini çevirdi gökyüzünden. Dibinde sular biriken ayaklarına baktı. Milyonlarca engelin bulunduğu o engebeli yollarda yürüdüğü, süratle koştuğu ayaklar. Şimdi ise yeni bir yola önderlik etmeyi bekliyorlardı sanki.

Sonra bakışları kıyafetlerine kaydı: Yeni aldığı siyah kot pantalonu, siyah kazağı, soğuktan korunmak için giydiği ama fermuarını açık unuttuğu siyah montu... Hepsi sırılsıklam olmuştu. Ama hiçbiri onun kadar çaresiz görünmüyordu. Aksine tekrar savaşmayı bekliyor gibiydiler. Yeniden ıslanmayı, yeniden yıpranmayı istiyorlardı. Ama o bu kadar emin olamıyor, çok istiyor olsa da bu yola tekrar çıkmaya cesaret edemiyordu.

düşündü. Yaptığımız her şey bir amaç uğruna değil miydi? Okula gitmemiz, yemek yememiz, nefes almamız hatta gözlerimizi kırpmamız bile... Peki neden amacını yitirmeyi göze alıyordu? Şu ana kadar hep bir gaye uğruna yürümemiş miydi o yolda? Sonunda ulaşacağı mutluluğu hayal ederek teselli etmemiş miydi kırılan kalbini? Şimdi yol bitmiş, hazin sona ulaşmıştı. Ya da o öyle sanıyordu. Belki de yol yeni başlamıştı da o farkına varamıyordu.

Bu düşüncelerle içini kocaman bir umut kapladı. Yolun başında deneyimlediği duygudan bile daha güçlüydü bu his. Derin, huzur verici bir nefes aldı. Ciğerleri temiz havayla doldu. Yağmur iyice hızlanmıştı ama artık vazgeçmeye niyeti yoktu. Yanağındaki derin çukuru gösterecek şekilde gülümsedi. Ve nereye gittiğini bilmeden koşmaya başladı.

Şimdi, kurşun gibi süratle yere inen yağmur damlalarının altında, kısa kıvırcık saçları, pürüzsüz teni ve pahalı kıyafetleri sırılsıklam olmuş, ayakkabılarının içi çamurla dolmuş bir şekile koşuyordu. Önemli olan ıslak ayakları değil, yere attığı sağlam adımlardı ne de olsa.

Zafere giden yolda da böyle koşacaktı işte. Belki yoldaki düşmanı ıslak zemin değil, kalbinin kırık parçaları olacaktı. Belki keskin parçalar ayağına batacak, bileklerini kesecekti. Ama o da bir daha asla yitirmeyeceği inancını kuşanacaktı.

SEVGİ URKSAŞ - ZEKİ KONUKOĞLU ANADOLU LİSESİ