Vakıf konusunda, Fatih Sultan Mehmed'in vakıflarından birisi olan "Tababetle İlgili Vakfı"nı örnek vermek istiyorum. Böylece bir takım toplum ve belediye hizmetlerinin vergi yerine vakıf ve hayratla nasıl çözümlendiğini görmüş olacağız.Fatih, özel mülkü ile inşa ettirdiği 136 adet dükkanın geliri ile İstanbul da şu hizmetlerin yürütülmesini vasiyet ve vakıf eylemiştir. 1) İstanbul'un her sokağına ikişer kişi görevlendirilmiş ve bunların bu sokağın temizlik işini yapması istenmiştir.

2) 10 tabip, 10 cerrah ve 3 tane pansumancı olmak üzere 23 kişilik sağlık ekibinin, en az ayda bir defa bütün mahalleleri dolaşarak, ayırım yapmadan tüm evleri ziyaret etmeleri, hasta olan varsa ayakta tedavi edilmesi, bu mümkün olmazsa, Darülacezeye kaldırılarak ücretsiz tedavi edilmesi istenmiştir. Hatta gıda maddesi darlığı olursa vakfa bırakılan 100 silahla avlanacak hayvan etlerinin hastalara ikram edilmesi büyük Fatih'in inceliğidir.

3) Fatih Külliyesinde inşa edilen imarethaneden şehitlerin dul ve yetimleri ile İstanbul fakirlerinin yararlanması, ancak edep ve sıkılganlığı yüzünden imarethaneye gelemeyenlere muhtaç oldukları gıda maddelerinin kapalı kaplarda ve gecenin loş ışığında evlerine bizzat ulaştırılması istenmiştir. (2)

Fatih devrinde başlayıp, Kanuni Sultan Süleyman döneminde zirveye ulaşan vakıf akarlar ve para vakfı uygulaması eğitim ve sağlık hizmetleri yanında fakir kesim için de önemli bir sosyal güvence teşkil etmiştir. Merkezi yönetimin ve belediye teşkilatının iktisadi hayatı toplumu ezdirmeyecek bir kontrol ve yapıya kavuşturulması sonucunda, 15 ve 16 yüzyıllarda bir buçuk asır süreyle enflasyon sıfıra yakın ölçüde cereyan etmiştir.

3) İlim ehlinin fetvaları: Osmanlının yükselme dönemindeki yapılanmasında İslam'ın hükmünü eğip bükmeden Sultan'a karşı da söyleyebilen Ebussuud Efendi gibi şeyhülislamların rolü de unutulmamalıdır. Nitekim Ayasofya çevresindeki vakıf dükkanların kiraları düşük kalınca, bunu arttırmak istemeyen bazı kiracılar, kendi lehlerine ferman çıkarmışlardı. Konuya muttali olan Ebussuud Efendi şu fetvayı vermiştir. "Sultanın emri ile meşru olmayan hiçbir şey meşru olmaz. Haram olan şeyin helal olmasına yol yoktur. Sultanın emri yalnız kendi tasarrufu ile yaptığı gayri sahih vakıflarda geçerli olur."

Emsal kiralar aşırı artar ve mütevelli akdi fesih yoluna gitmezse, Ebussuud Efendi'ye göre, bu eksikliğin yarısını zamanında tedbir almamış ve vakfın hukukunu koruyamamış olan mütevellinin diğer yarısını da kiracının tazmin etmesi gerekir. Ancak daha sonraki devirlerde, bu eksikliğin yalnız kıracı tarafından karşılanması esası benimsenmiştir. Çünkü bazen mütevellinin kusuru olmadan, kira düşük kalabilir. Yetim malları ile amme, özel idare ve belediye emlakinin de satımı veya kiraya verilmesi halinde aynı esaslar geçerlidir. Satış ya da kira bedeli fahiş gabin (emsalinin % 20'sinden düşük oran) ölçüsün de olması halinde ilgililer için sorumluluk söz konusu olur.

4) Emanetin ehline verilmesi: Topluma ait bütün mülklerin, hazine ve KİT'lere ait mal varlıklarının yöneticiler elinde birer emanet olduğu düşünülürse, ehline verilmeyen emanette her an hıyanetle karşılaşılması muhtemeldir. Allahu Teala şöyle buyurur: "Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmederken adaletle hükmetmenizi emreder" (3). Nitekim ehil ellerin yönetmediği KİT ler günümüzde gelir getirmeği bir yana 50 trilyon TL'nın üstünde yıllık zarar verir olmuştur. Bu zarardan her yöneticinin payı ve katkısı oranında manevi sorumluluk üstlendiğinde şüphe yoktur.

Ekonomik hayatın ıslahı için önce topluma ait mülklerin koruma altına alınması ve emanet hükümleri düşünülerek yeni bir yapılanmaya gidilmesi ilk akla gelen tedbirdir. Günümüzde Devletin ekonomik faaliyetleri %50'sine, bankacılık sektöründe ise %70'ine sahip olduğu düşünülürse sorumluluğun ağır olanı yönetimin üstünde olmakla birlikte bu yapılanmaya fırsat veren ve denetim hakkını yerinde kullanamayan toplumun sorumluluğu da unutulmamalıdır. (DEVAM EDECEK)