Güzel olan her şey farklı dillerde farklı yazılsa da duygu itibariyle beynelmilel bir yapıya sahip. Annesi hamile kaldığını öğrendiğinde doğacak bebeğinin adını erkek olursa Hüsnü, kız olursa Hüsniye koyacağını eltisine, kaynanasına, anasına, bacısına velhasıl tanıdığı, konuştuğu bütün muhabbet ettiklerine söyledi. Allah'ın takdiri ile Altun bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Kaderi güzel olsun, mutluluğu daim olsun, zenginliği hayırlı olsun, sevdiceği ile kaderi hep bir olsun, adil olsun, dürüst olsun, inancına bağlı olsun diyerek kulağına ezan ile birlikte Hüsnü adı okundu. Altun muradına ermişti, oğlunu aldı kucağına kokladı, sevdi, ismini kalbinin derinliklerine nakşetti, kelimeyi şahadet getirerek gözlerini bu dünyaya veda etmek üzere kapattı. Hüsnü yetim kalmıştı, kim bakacaktı, kim büyütecekti? Ramazan Hüsnü'ye bakabilecek, kendisinin de işlerini kolaylaştırabilecek Fadile ile evlenmek zorunda kaldı. Fadile'nin uzun süre çocuğu olmadı, kendi öz çocuğuymuş gibi baktı Hüsnü'ye ta ki çocuğu oluncaya kadar. Bebek dünyaya gelince Hüsnü bir şeylerin eksik olduğunu hisseder olmaya başladı, duygu yoksunluğu, duygu azlığı, duygu kırgınlığı Hüsnü'ye ağır geldi. Okuma yaşı gelmiş okula gitmek istiyordu, babasından kendisini yatılı okula vermesini istedi. Ramazan bu düşünceye önce karşı geldi ama daha sonra çocuğunun ali geleceğini düşünerek olumlu yaklaştı, çocuğu yatılı okula gönderdi.

Hüsnü anne babasından ayrı kalmış olmasının vermiş olduğu hüznü derslerine çalışarak unutmaya çalışıyordu, bu başarı olarak hanesine yazılıyordu. Komşularının kızı Aynur da aynı okula devam etmeye başlamıştı. Hüsnü'nün başarısı dilden dile, kulaktan kulağa doldukça bazı genç kızların kalbi Hüsnü'ye doğru kayıyordu ama onun yüreğinin derinliklerinde yalnızca Aynur'un sevgisi filizleniyor, kalbinin derinliklerine kökünü salıyordu.

Aynur'un babası köyün değirmeninde çalışır, geçimini kıt kanaat sağlardı. Kokoş Rafiz hanımı Fahriye'nin dirayetiyle ayakta durur, onun desteği ile kendini daha bir güçlü hissederdi. Fahriye dediği dedik, özü sözü bir olandı, söyleyeceklerini çekinmeden herkesin yüzüne söylerdi, bu özelliği ile çevresinde pek sevilmezdi.

Hüsnü, takdirler alarak sınıflarını geçiyordu, başarılarına okul birinciliğini ekleyerek liseyi bitirmiş tıp fakültesini kazanmıştı, Aynur ise hemşirelik bölümünü. Aynur okulunu Hüsnü'den önce bitirdi ve bir hastaneye ataması yapıldı. Hüsnü ile kuracağı aile birliğinin hayallerini kurarak günlerini geçiriyordu, sağdan soldan birçok isteklisi olmasına rağmen hepsini reddediyordu.

Hüsnü, hayırseverlerin, akrabalarının ve devletin verdiği burslarla tıp fakültesini bitirdi, bir ilçeye doktor olarak atandı. Kalbinin sahibi, kalbini yangın harmanına çeviren Aynur ile mektupla, yaz tatilinde ise yüz yüze görüşmelerini yapıyordu. Bu iki insanın birbirlerine karşı duygularını bilmeyen kimse kalmamıştı, birbirlerine söz vermiştiler, bu sevdayı evlilikle taçlandıracaklarına dair.

Zaman kemale ermişti, iki sevdalı yüreğin tek yürek olarak atmasının zamanı gelmiş de geçiyordu. Hüsnü babasına haber gönderdi, Aynur ile izdivaç yapmak isteğini. Ramazan, Hüsnü'nün isteğine 'Nuh dedi, peygamber demedi.' Olmaz da olmaz. O kız, oturmasını kalkmasını, cemiyette nasıl konuşacağını bilmeyen Fahriye'nin kızı, taşı kendime gelin olarak kabul ederim ama Aynur asla benim gelinim olamaz.

Hüsnü'nün olduğu gibi Aynur'unda 'Sıcak su, başlarından dökülmüştü.' İki sevdalı yürekte burgular dönmeye başlamıştı, kanayan yaralı yüreğin sahipleri her ne kadar üniversiteden mezunu olmuş olsalar da gelenekleri duygularının önüne geçiyordu. Büyüklerinin olurunu almadan izdivaç yapmak ne geleneğe, ne de töreye uygun değildi. Hüsnü zıpkın yemiş gibi hissettiği yürek acısını duymazdan geldi, babasının hayır olmaz sözü onda narkoz etkisi yapmıştı, düşüncelerini kontrol etmekten uzaklaşmıştı. Babasının olmazlarına isyan ederek karşı geldi ancak son söz yine babasının oldu, boyun eğdi, kararında kavi duramadı, yıllarca hayalini kurduğu izdivacı gerçekleştiremedi.

Aynur bir öğretmen ile Hüsnü ise birçok öğretmen, doktor mühendis ile evlilik yapması yönünde ki telkinlere kulaklarını kapatarak, başka bir köyden hiç tanımadığı okuryazar birisiyle görücü usulü ile evlendi. Hüsnü yıllarca küskün, kırgın, bitkin yaşadı, Aynur ile görüşmedi ya da görüşmek istemedi. Hüsnü amansız bir hastalığa yakalandı, babası yaptıklarından pişman olmuştu ancak zaman geri dönmüyordu. Hüsnü'nün babası, Aynur'a haber gönderdi, hastanede son demlerini yaşayan Hüsnü'yü ziyaret etmesini istedi. Hüsnü, Aynur'un sesini duyduğunda doğrulmak, ayakta karşılamak istedi ama gücü ona bu imkanı tanımıyordu. Duyduğu sesin hiçte yabancısı değildi, sesin sahibine dokunmak, helalleşmek istiyordu ancak olmuyordu. Şuuru yerinde olmadan hayalinde başladı konuşmaya, konuşmasını kimseler anlamıyordu ama olsun ne konuştuğunu kendisi biliyordu ya gerisi teferruattı. Duyguları bir bir döküldü dudaklarının arasından ortama kimseler duymadan. 'Ben seni çok sevmiştim, kaderimiz birlikte olmamıza izin vermedi, yenilmez töremiz bizi bizden aldı. Burada sana aşk sözleri söyleyecek değilim, aşkımızı gençliğimizin bir ürünü olarak kabul ediyorum, duygularım hep senin oldu. Hakkını helal et.'