Salih Erol yazdı

Geçtiğimiz Mayıs’ta Tatvan’da bir kitap edindim: “38 Kuşağı” başlıklı anı (hatırat) türündeki bu kitabın yazarı Cahit Kayra. Daha önce hakkında biraz bilgi sahibi olduğum ve onun uzun, etkili yaşam tecrübesini önemsediğim için kitabı dikkatle okudum. Türkiye İş bankası yayınları arasından, 2002’de çıkmış yaklaşık 700 sayfalık bu kitabı Cumhuriyetin 100. yıldönümünde okumak özeldi benim için. Çünkü kitabı bir bakıma Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi olarak da değerlendirilebiliriz.

38 Kuşağı’nın yazarı Kayra, Allah’ın uzun ömür bahşettiği bir insan olarak yüz yıldan fazla yaşadı. 1917’de İstanbul’da başlayan hayat yolculuğu 30 Ocak 2021’de yine İstanbul’da noktalanmış. Ağırlıklı olarak yaşadığı dönem ve biraz da tarihle ilgili kitaplar yazarak vefat etti. Ne mutlu, ona! Rahmetle yâd ediyoruz.

Kayra’nın bahsedeceğimiz kitabı esasında otobiyografik (Öz yaşam öyküsü) bir anlatı üzerine kurulmuştur. Tarihçi kimliğimle bu türden kitapları okurken: “Hatırat: İhtiyat” diyorum hep. Yâni, kişinin kendi yaşam öyküsünü merkeze alarak yazdıkları neticede subjektiftir. Yine de buna rağmen yazarın etkinliğine, donanımına bağlı olarak çok değerli olabiliyor bu türden eserler. Hele ki, Kayra gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin hemen her devresinde bulunmuş; aktif ama sâkin ve kendi yanlışlarını doğal bir tavırla yazabilen bir adamın yazdıkları olunca önem katsayısı artar.

Yazar, kendi yaşam serüveninden yola çıkarak, kitabı kronolojik bir metotla dört bölüm üzerine kurmuştur. Başlıklar şöyledir: 1- Çocukluk ve Gençlik, 2- Devlet Hizmetinde Otuz Yıl, 3- Politika, Düşler ve Gerçekler, 4- Merdivenin Son Basamakları.

Selametlik politikacılardan birinden dinlemiştim: “Bu ülkede tecrübe dükkânı açarsanız, hemen iflas edersiniz” demişti; toplumsal bir yaramıza parmak basarcasına.. Nedir o: “Toplumsal yaramız”? Geçmişi; tecrübe sahibi kişileri kaale almamak hastalığıdır elbet. Eğer, gerçekten böyleyseniz: “Bana ne Cahit Kayra’nın ve senin yazdıklarından!” diyebilirsiniz pekâlâ. Biz yine de tecrübe dükkânımızı açık tutarız.

Kitabımıza ve yazarına dönüp oradan notlar aktaralım: “Anlatabilecek konuları olan kişilerin, kendilerinden sonraya anılarını bırakmalarının sosyal sorumluluk olduğuna inanıyorum. İnsanın kendi belleğinin toplumun ortak belleğine yansıması gerekir” diyen yazarımız, bu kalınca kitabı yazma gerekçesini ortaya koymuş oluyor. Ona göre yüzyıllık cumhuriyet tarihimizde dört kuşak vardır; bunlardan ilki Cumhuriyetin kurucuları olarak 1908 kuşağıdır. Osmanlı’nın yıkılışını; kalan son memleketimizin işgalini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu yaşamış bu olağanüstü dönem kuşağını: “İdealist kuşak” olarak nitelendirir. Bu ilk kuşağı takip eden 2. kuşak – yazarın da mensubu bulunduğu – 38 kuşağıdır. 1938’de yaş olarak yirmilerinde olan bu kuşağın insanları, 1945’ten sonra Türkiye’nin yönetim kademesine geçmiş; idealizm ile pragmatizm arasında salınan yönetici kadrolardır: Soğuk Savaş’ın iki süper gücü arasında sıkışmış ve ülkenin iç planlamasını bu güçlerden biriyle yapmak zorunda kalmış bir kuşaktır: 38 Kuşağı.

Cahit Kayra, kendi kuşağından sonra gelen iki kuşağı ise şöyle dönemlendirir: 68 kuşağı ve 80 sonrası kuşak. Bunlardan ilki (68’liler) bir tür düşler kuşağı olup, yeterince değerlendiremediği katı gerçeğin büyük kütlesine çarpıp dağılan kuyruklu yıldız misâlidir. 80 sonrasını ise hemen hepimiz biliyor yaşıyoruz. Tek kutuplu küresel kapitalizmin lokomotif gücü olan Neo liberallerin dizayn ettiği bir askerî darbe sonrası küresel dünyaya tam açılan serbet piyasacı kuşak. Dönemlendirmeler, çağlara ayırmalar.. gerçekten izler taşımakla beraber nihayetinde özneldir. Kayra’nın bu kuşaklar şeridini de ilginç, kendi içinde anlamlı bulmakla beraber değişmez kategoriler olarak göremeyiz sonuçta.

Onun biyografisinde en dikkate değer hususların başında gelen özellik, Mülkiye mezunu olmasıdır. 1935 – 1938 arasında okumuş ve onun öğrenciliği sırasında okul kuruluş yeri olan İstanbul’dan, on beş yıllık başkent Ankara’ya taşınmıştır. Sadece Cumhuriyet değil; son iki yüz yıllık modernleşme tarihimiz üç okul etrafında şekillenmiştir: Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye’dir bu üçlü. Mülkiye: Siyasal Bilgiler Okulu/Fakültesi diyebiliriz ve bu okul 1859’dan günümüze gelmiştir. Okulun ehemmiyetini belirtmek için şöyle derler: “Mülkiye: Türkiye”! Benim tarihçi kanaatime göre 1980’den sonra klasik birçok özellik ve temel taşlarımız yerini bulmayacak derecede sarsılmış ve sarsılan bu temel taşlardan biri de mülkiyedir. Anlayacağınız, artık Mülkiye: Türkiye çağı geçmiştir. Ancak Kayra’nın mezun olduğu zamanlar mülkiye, memleketin sayılı köşe taşlarından biriydi.

Kitapla ve yazarıyla ilgili anlatılacak çok şey var ama ben en önemli gördüğüm bir konuyla yazıma son vereyim: Mülkiye’den: “Çok iyi dereceyle, bir cahil” olarak çıkan Kayra, Maliye Bakanlığı’nda müfettiş yardımcısı olarak başlıyor ve otuz yıldan fazla Türkiye’nin maliyesinde bürokrat olarak çalışıyor. Kitabın bu bölümleri Türkiye’nin ekonomi tarihinin daha iyi anlaşılması açısından son derece önemlidir. Çünkü ekonomi bizde hep siyasetin gölgesinde kalmış ve pek bilinememiştir.

Siz, bu ülkede II. Dünya Savaşı sırasında, ne durumda olduğumuzu bir de Kayra’dan okumalısınız. Azınlıkların Türkiye’yi kötülemek için sonraki yıllarda her vesileyle kullandıkları Varlık Vergisi olayında mutlaka Kayra’nın yazdıklarını dikkate almalısınız. Cumhuriyetin kurucularının çok hassas oldukları iktisadi istiklâlden, sonrakilerin, aşama aşama nasıl yan çizdiklerinin ibretlik hikâyesi var burada. İktisadi sefalete sürüklenmemiz sırasında bir aktör sıfatıyla, çuvaldızı kendine de batıran Kayra’nın: “38 Kuşağı” üzerinde durulması gereken birinci elden kaynaktır. Düşündürücü okumalar temennisiyle…