Son yıllarda Müslümanlar arasında sıkça tartıştığımız konuların başında muhakkak "Tasavvuf" terimi etrafında toplayabileceğimiz "tarikat öğretisi" geliyor. Evvela " Kur 'an merkezli düşünce" ekseni etrafında toplanmış bir takım Müslümanlar arasında süregelen bu tartışmalar özellikle " 15 Temmuz hain darbe girişimi" sonrası farklı kesimlere sirayet etmiştir.

Şurada önemli bir ayrıntıyı belirtmekte fayda var. Tasavvuf karşıtlığı son yıllarda ortaya çıkan bir şey değildir . Özellikle yoğun işgale uğrayan Müslüman coğrafyalarında Tasavvuf ehli ile ıslah ehli dediğimiz kesimler arasında çatışma yaşanmıştır. Örneğin Moğol ve Haçlı işgali döneminde bu vaka çok keskin bir hiçimde gerçekleşmiştir . Tasavvufun direniş ve isyan ruhunu törpülediği ve yine dine bid'at sokarak "İslamin devrimci ruhu" na zarar verdiği suçlamasına maruz kalmıştır. Aynı şekilde geçmişte Roma işgali ve asimilasyonuna karşı Yahudi direniş öğretisi "Zealot" grubu ile Yahudi tasavvufunun kilit noktası olan "Esseniler" arasındaki çatışma da buna örnektir. Kimi zaman Ehli tasavvuf bu çatışmayı kendi içinde yaşamıştır. Kafkasya direnişinin öncü ismi Şeyh Şamil ile Kadiri tarikatı lideri "Kunta hacı" örneği mevcuttur. Bir zamanlar Tasavvuf öğretilerinin beşiği olan Orta Asya da bugün tasavvuf kültüründen beri olan "Selefi" hareketlerin revaç bulmasının nedeni ; Bir zamanlar adeta o toplumda yaşam tarzı haline gelmiş tasavvufun , Rus işgali karşısında oradaki halkları soktuğu durumdur .

Yazıyı uzatmamak namına "Buhara işgali" bahsini öneririm.
Yokluk ve işgal zamanlarında hal böyle iken , iktidar ve varlık zamanında durum farklı olmamıştır. Daha çok "Fakihler ile Sufiler" mücadelesi olarak gelişmiştir . Bu mücadele kimi zaman sonu hüsranla ve ölümle biten mücadeleler olmuştur . Fazla uzağa gitmeden Osmanlı 'dan örnek vermek lazım. Alkol ve Tütün yasağı ile meşhur 4. Murat döneminde İstanbul yasakla beraber yasağın destekçisi ve tasavvuf karşıtı Kadızadeler ile Sufi meşrep bir yapılanma olan ve yasak karşıtı Sivasi dergahının mücadelesine şahit olmuştur . Tabi yasağı desteklemekle kalmayan Kadızadeler'in Topkapı Sarayının içine doğru el uzatmaları hepsinin darağaçlarında sallanmasına sebep olmuştur.

Tasavvuf karşıtlığının sosyolojik tarihi kısaca böyledir. Tabi bugün "Devir tarikat değil cemaat devri" diyen tasavvufa karşı olmayıp tasavvuf günümüz şartlarında gerekli görmeyen Cemaat öğretisini benimsemiş kesimlerde mevcuttur.

Günümüzde yukarıda bahsettiğim hususlar ile beraber tasavvuf olgusuna getirilen en büyük eleştiri onun felsefi ve teolojik yönüdür. Vahdet i vücud, rabıta , tevessül , hulul gibi daha cok Hint ve yunan felsefelerinden sızan ve yine Müslümanların fetihler aracılığı ile karşı karşıya geldiği Mecusi , ehli kitap (Yahudi ve Hristiyan) teolojilerinden edindiği inanışlar tartışma konusu olmuş. Bu inanışlar sebebiyle Tasavvuf ve tarikat kültürü Şirk , Bidat hatta küfürle itham etmeye kadar varan suçlamalara maruz kalmıştır.
Yine kapitalizmin etkin olduğu cağımızda Tarikatların iktisadi anlamda elde ettiği zenginlik , bu oluşumların çıkış noktası olan "Bir lokma bir hırka" anlayışından uzaklaşıp tahrip olduğu ve birer "holding" haline geldiği eleştirileri tarikatlara sempati duyanlar hatta muntesipleri tarafından da dile getirilir olmuştur.

Tüm bunlar toplamda "Tasavvuf ve tarikat"olgusunun dini tahrif ettiği , günümüzde gereksiz ve denetimsiz hale geldiği görüşünü iyice açığa çıkartıp bir zamanlar Müslüman coğrafyalarının vazgeçilmez yapı taşı olan Tarikat kurumlarını gözden düşürmüştür.

Peki bu eleştiriler ne kadar haklıdır ? Günümüzde tasavvuf gerekli midir ? Gereksiz midir ? Başka bir tasavvuf anlayışı mümkün müdür? Bu yazımızda bu sorulara cevap vermek için gerekli çerçeveyi çizdikten sonra şahsi kanaatlerden oluşan cevapları gelecek yazıda kaleme alacağım inşallah. Selam sevgi ve muhabbetle.