Defne bu olayı çocukluğundan beri çok sık yaşıyordu. Kendi kendine ilacını bulmuştu: Ayna... Defne daralan nefesinin düzeltmek için derin derin soluklandı. Ellerinin titremesi ve bacaklarındaki hissizlik hala geçmemişti fakat nefes alış verişi düzeliyordu. Kaynar sular dökülmüşcesine yanan yüzünü az önce tulumunun dizlerine eklediği ayna parçalarına doğru eğdi

Dizlerinin üzerinde yüzünün bir parçasını gördüğü anda, tam da o anda tıpkı sabahki neşeli haline geri döndü. Artık ne bacaklarındaki halsizliği hissediyor ne de yüzü yanıyordu. Kendine gelmiş, yanı başına düşen çantasını da aldıktan sonra kalkıp ağır ağır kaldırıma yürümüştü.

Defne aynaya bakmadan en fazla beş dakika dayanabilirdi. Bazen yedi bazen de sekiz dakika olurdu fakat on dakika asla ama asla dayanamazdı. Eğer bu süre içinde bir kez bile aynaya bakmazsa olanlar oluyordu... Bunun nedenini hep merak etti ama hiç cevap aramadı. Çocukluğunun belli bir yaşına kadar böylesine takıntılı değildi. Bir dönüm noktası olmuştu, bir olay... Ama neydi hatırlamıyordu, hem de hiç...

Bir sabah uyandığında teyzesinin evindeydi ve ağzından çıkan ilk kelime "ayna" idi. O sabah uyanmadan önce çok garip bir rüya görmüştü. Defne bugün bile o rüyasına ait sahneleri hayal meyal hatırlıyordu. Babasının öfke ve pişmanlık arasındaki kararsız bakışlarını... Annesinin sırtı ona dönükken attığı acı çığlıkları... Yerde duran kırık ayna parçalarını... En net hatırladığı, annesinin korkunç bir şekilde yanmış yüzüydü...

Kaldırımda yavaş yavaş yürürken bunları düşünüyordu. Eğer bu kadar takıntılı olmasaydı bu hallere düşmeyecek ve tüm bunlar da başına gelmeyecekti belki de. Az önce bir araba, hızlıca geçseydi? Ya ona çarpsaydı yaralanması veya ölmesi işten bile değildi? Bugün şanslıydı ama yarın, ertesi gün, şansı böyle yaver gidecek miydi? Evinde rahattı, çünkü nereye baksa kendini görebilirdi. Hastalığını bildiğinden evini böyle aynalarla dekore etmişti. Fakat ne zaman dışarı çıksa işte böyle ölümü alnının çatında hissediyordu. Bu yüzden yanında ilaç olarak aynalarını eksik etmiyordu. Yüzükleri, saati, çantası, gözlükleri ve kıyafetleri mutlaka aynalı olmalıydı, hep yakınında olmalıydı. Çünkü bazen çantasına bile erişemeyecek kadar kötüleşiyor ve halsiz kalıyordu...

Defne, bütün bunları kara kara düşünüp üzülürken şimdi ne yapacağını, nereye gideceğini tamamen unutmuştu. Yan taraftaki bir mağazanın önünde duran uzun siyah saçlı bayan, Defne'ye seslendi. "Hey! Defne. Dükkan burada, unuttun galiba, gelsene buraya..." dedi alaylı alaylı. Defne bir anda düşünce bulutunun içinden sıyrılıp dünyaya döndü. Kendisine seslenen kadın, tasarımcı arkadaşı Selin'di. Defne dalıp gittiği için kendine kızarken Selin'in yanına varmıştı bile. "Kusura bakma, dalmışım. Hemen kıyafetleri alıp gitmeliyim. Acelem var, daha sonra oturup bir kahve içer, hatırlı bir kırk yıla bağlarız işi, tamam mı canım?" dedi Defne neşeyle ve aceleyle. Yolda yaşadıkları yüzünden hem buraya hem de diğer işlerine gecikmişti. "Tamam, peki." dedi ve göz kırparak dükkana girdi Selin. Kısa süre sonra elinde çok şık aynalı kıyafetler ve bir çift ayna gibi sırlı ayakkabı ile geri döndü.

Bu sırada Defne vitrindeki aynadan kendini izliyordu. Selin, "Defne... Defne!.." diye tekrarlamak zorunda kaldı bu dalgın müşterisini. Çünkü Defne aynanın içinde kaybolmuştu. Bir anda bu yüksek sesle birlikte koluna dokunan bir el nedeniyle irkildi ve "Ödümü kopardın, ne bağırıyorsun Selin" deyiverdi kızgın tavırla. Sonra da elindekileri görünce birden hatasını anladı; yine aynanın içinde kaybolduğundan emindi. Acaba ne zamandır beni bekliyor diye düşünmeden edemedi. Bazen aralıksız bir şekilde saatlerce aynaya bakabiliyor ve akıp giden zamandan hiç haberi olmayabiliyordu. Mahcup halde, "Yine dalıp gittim değil mi? Umarım çok zaman olmamıştır. Seni de kızdırdım, kendime bunun hesabını soracağım ama hemen şunları alıp gitsem iyi olacak." dedi masum görünmeye çabalayarak. Selin'in elindekileri kaptığı gibi kaçarcasına uzaklaştı.

Hilal Ebru İnal