Salih Erol yazdı

Bursa- Irgandi Köprüsü’ndeki kutu gibi atölye - dükkânlardan birinde sanatını icrâ eden bir ustaydı o. Sonra, orası da alındı elinden. Ara sıra hal ve hatırını sormak ve yaptığı, birbirinden enfes eserlerden almak için uğrardım atölyesine. Adını hiç duydunuz mu, bilmiyorum. Bu bahsedeceğim sanatçımızın adı – soyadı: Yılmaz Emen.

Yılmaz, 1940’ların hemen başında Yenişehir’de doğmuş yoksul bir aile çocuğudur. Ailesi Bursa’ya göç edince o da Bursa’da ilkokula gitmiş; ancak maddi zorluklardan ötürü pek devam edemeyip ayrılmıştır. Bursa’nın meşhur bıçakçı ustalarının yanında çırak olmuştur. Zamanla usta - çırak aşamasını geçip, pek maharetli bir bıçakçı ustası olmuştur.

Seksenini geçmesine rağmen isminin hakkını vererek hâlâ demire dilediğince söz geçiren Yılmaz Usta’nın elinde demirin giremeyeceği şekil yoktur. Yıllarca klasik anlamda bıçakçılık yaptıktan sonra asıl sıra dışı uğraşı olarak, artık kullanılmayıp bir kenara atılan, çatal - bıçak ve kaşıklardan akla - hayale gelmedik figürler üretmeye başlamış. Onu geleneksel bir zanaatçı olmaktan çıkarıp, sıra dışı bir sanatçı haline getiren de budur.

Tamamen çatal ve kaşık kullanarak keman çalan, gitar çalan ve elinde mikrofonla şarkı söyleyen üç ayrı figür aldım ki, insan hayret ve hayranlıkla bakmaktan alamıyor kendisini. Oysa bunlar onun en basit eserlerindendir. 1960’larda ve 70’lerde yaptığı kimi eserler yabancı devlet adamlarınca hediye olarak alınmış ve/veya onlara takdim edilmiştir. Kimler yok ki listede? Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle, İngiliz kraliçesi Elizabeth ve prensleri, Libya devlet başkanı Muammer Kaddafi… bunlardan sadece birkaçıdır.

Olağanüstü yetenekleri ve eserlerinden ötürü kendisine: “Devlet sanatçısı” pâyesi verilmişse de aslında kıymeti hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Bu üzücü tabloda onun şahsi payı da vardır hani. Bir kere hemen her gerçek sanatçı gibi biraz tuhaf, biraz kaçık ve çokça dobra bir adamdır o. Birçok: “Devlet sanatçısı” gibi yetkililere yaranıp, cebini doldurma derdinde olmamıştır hiçbir zaman.

Şâir Can Yücel gibi ağzına küfür yakışan nadir adamlardan biri de odur. Dükkânın girişinde şöyle bir yazı yazmıştı: “Aslana söz verdim; çakala yem olmam ben”. Dolayısıyla çakallar tarafından hiçbir zaman sevilmemiş yaman bir avdır Yılmaz Usta. Artık piyasada aslanlar da pek kalmadığı için ustamız kendisini avlayacak hakiki sanat dostlarının yolunu gözlemekle geçirmektedir.

Sanatla “mış gibi” ilgilenen görgüsüz, sosyetik züppelere de gıcık olarak, bu türden sahte, abartılı müşterilerin ağzının payını hemen her zaman vermiştir. Dolayısıyla pek fazla müşterisi de yoktur. Çünkü ona ve eserlerine ulaşmak sahici bir samimiyet ister. Bütün bu nedenlerin sonucunda günümüzde zor bir durumda sanatını icra etmektedir.

Bizim gibi birkaç seveni, arkadaşı sayesinde ayakta durmaktadır. Uludağ’ın eteklerinde kartal yuvasını andıran mütevazı evinde yalnız başına yaşamakta ve her gün 864 basamak inip-çıkarak işine gidip - gelmektedir. Geçenlerde yanına uğradım. “Nasılsın?” diye sorunca şöyle düşündürücü yanıt verdi: “Körler çarşısında ayna yapıp, satmaya çalışan ayna ustası gibiyim”. Ona içimden: “Maalesef yalnız değilsin, bu ülkede sanatçı olmak böyle bir şeydir” dedim ama morali bozulmasın diye “Olsun, sen ayna tutmaya devam et ustam” diye moral telkininde bulundum.

Böylesine sıra dışı, yüzlerce eser yapmış; ülkesinin tanıtımına katkı sunmuş bir sanat dehası Avrupa’nın hangi ülkesinde olsa el üstünde tutulurdu. Bu fâni hayattan göçmeden önce en çok yapmak istediği şeyin bir Paris gezisi olduğunu söylerken gözleri yaşarmıştı. Zirâ böyle bir seyahati yapabilecek maddi gücü yoktu. Vaktiyle Fransa tarafından satın alınan ve dediğine bakılırsa, şimdi ünlü Champs de Elysees’e açılan bir caddede sergilenen bir eserini görmüş olacaktır.

Hemen her ay bir sürü gereksiz ademi devletin kesesinden Avrupalarda gezdiren devletimizin Yılmaz Usta’nın bu ilk ve son isteğini yerine getirmeye çağırıyorum. Bir çağrım da Yenişehir Belediye Başkanına olsun: Yenişehir doğumlu bir sanatçı olan Yılmaz Usta’ya burada sanatını sergileyebileceği bir mekân verilirse, eserlerinin ve mesaisinin bir kısmını Yenişehir’e taşıyacaktır herhalde. Böylece uluslararası bir üne sahip olan bu sanatçımız, bu küçük şehrimizin değerine de değer katacaktır.

Sanatçıya sahip çıkmayan bir memleket hayatın güzelliklerini yok etmiş olmaktadır. Ya da Mustafa Kemal Atatürk’ün o ünlü deyişiyle: Sanatsız kalan bir toplun hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Haydi, bir süredir yakalandığımız körlüklerin en tehlikelisi olan sanatsal körlükten sıyrılıp, ayna ustasını fark edelim! Yılmaz Emen gibi usta sanatçıları görmezlikten gelmeyelim! Bu sayede değer bilen insanlar olarak kendimizi de fark etmiş olacağız.

Kadîm bir atasözümüz der ki: Marifet iltifata tâbidir. Müşterisiz meta zâyidir.

Selam ve muhabbet dileklerimle…