Özer Yılmaz'ın köşe yazısı.

Salih çok küçük yaşta yetim kalmıştı. Salih’in babası Ali güçlü, kuvvetli, haksızlığın karşısında dağ gibi durandı. Ali’nin bu özelliğini bilen yakınları onu sayar, öfkesinden kaçınmak için daha bir dikkatli davranırlardı. Köye hırsızlar dadanmıştı, bir ineği, bir atı, ya da başka bir hayvanı veya her hangi bir eşyası çalınmamış ev kalmamıştı. Yalnızca Ali’nin evinden bir şeyler çalmaya cesaret edememişlerdi. Hırsızlar, Ali’nin evine girmek istemişlerdi ama o, gece gündüz demeden geceleri uykusuz kalma cabasına bekçilik yaparak hırsızlara karşı direnmişti. Bu bekçilik ömür boyu sürecek değildi ya, bir gün Ali’nin hanımı Durdu Kadın hastalandı, hanımını alelacele doktora götürdü. İki gün hastanede kalmak zorunda kaldı. Hastaneden köyüne döndüğünde ahırda bağlı olması gereken Zeytin adlı atının olmadığını gördü. Ali, köylerde hırsızlık yapanları ve nerede saklandıklarını biliyordu. Hanımının sağlığa kavuşmasına mı sevinsin, atının çalındığın mı üzülsün, bilemedi, iki zıt duyguyu aynı anda yaşıyordu. Tevekkül etti, ya sabır çekti ama atının çalınmasını içi kaldıramıyordu. Gerisin geri dönmek istedi şehre ama hanımının telkinleriyle sabırlı olmaya çalıştı, sabahı zor etti. Yatak, yorgan çivilerle doldurulmuş gibi adeta ona battı, gecesini sabaha zor bağladı. Gün ışır ışımaz atının saklandığını tahmin ettiği hana vardı.

Ali gözünü karartmış, Hasan’ın mekânına baskın yapmıştı. Hasan ağa, Hasan ağa diye hanın içine doğru bağırdı. Hasan’ın adamları dışarıdan gelen ulumaya benzer bağırtıya çıktılar, belli ki rahatsız olmuşlardı.  Hasan’ın adamları çok sert ses tonuyla Ali’nin bağırtısına cevaben ne o kuyruğu yanmış itler gibi bağırıyorsun? Burası senin babanın evi mi, çocuklarına bağırır gibi böğürüyorsun! Var git buradan, belanı bizden bulma! Ali köyden beri kurgulanmıştı, adamların çokluğuna aldırmadan, onların üzerine doğru yürüdü. Hasan’ın mekânına bu zamana kadar böyle bir karşı duruşu hiç kimse göstermeye cesaret edememişti. Hasan’ın adamları Ali’nin üzerine çullandılar, kırılmadık kemiği kalmamacasına adam akıllı dövdüler, handan uzak bir yere çuval gibi yolun kenarına attılar.

Salih 7 yaşındayken Ali kim vurduya gitti. Salih evin ikinci erkek çocuğuydu, ağabeyi evi terk etmiş, evin geçimi Salih’in küçücük omuzlarına kalmıştı. Salih sabah erken kalkar tarlalardan toklubaşı bitkisini toplar, evde temizliğini yaptıktan sonra şehir merkezine götürür satardı. Bu işi yapmak zorundaydı, evin geçimini sağlamak için. Yine bir gün toklubaşı bitkisini topladı, evde temizliğini yaptıktan sonra pazara götürmek üzere geceden yola koyuldu. Kışın ayazı suratına doğru çarpıyor, kanının akışını etkiliyordu. Elleri, ayakları sanki buz tutmuş, kanı çekilmiş gibiydi. Kışın ayazında sabahı nasıl getireceğini düşünerek yoluna devam ederken ışıkları yanan ev sandığı bir yapı gördü. Tanrı misafiri olarak sabahlayayım, güneşin doğuşuyla birlikte yola çıkarım diye kapıyı çaldı, kimse buyur etmeden içeri girdi, sırtında ki torbayı ağaç sütunun yanına koydu, başını da torbanın üzerine koyarak uyuya kaldı.

Yediği sert tekmenin sersemliği ile gözünü açtı, nerede olduğunu anlamaya çalışacaktı ki, uzun boylu, geniş omuzlu, çakır gözlü boğuk sesiyle “Burası anne kucağı mı? Ne güzel de uykuya kalmışsın. Çabuk han ücretini öde sonra da defol, nereye gidersen git”

Ne olduğunu anlamaya çalışan Ali kekeleyerek “A a abi ben buranın ücretli olduğunu bilmiyordum, param yok.”

“Ülen burası hayrat kapısı mı? Çabuk ücreti öde.”

Ali’nin yanında sermayesi olarak sadece toklubaşı otu vardı. Torbada ki otları göstererek “Abi pazarda bunları satayım ne kadar istiyorsan getirip vereyim.”

Hancı, Ali’nin tavrından hoşlanmamışı. Bir hışımla Ali’nin başucunda olan torbayı aldı avlunun ortasına döktü, ayakkabısıyla hem çiğniyor hem de dişlerinin arasında söyleniyordu.  “Ülen senin bir haftalık ot paran buranın ücretini ödeyemez, sakın bir daha buralara gelme.” Ali’nin kolundan tutuğu gibi dışarı attı.

Ali, hancının ayakkabısının altında ezilen otları yerden topladı torbaya koydu, dışarı çıktı ezilmeyen otları ayrıştırarak pazara gitti.  Pazarda sattığı otların parasıyla annesinin söylediği şeyleri almaya parası yetmeyecekti. Kırtasiye malzemesinin satışının yapıldığı bir dükkânın önünden geçiyordu, dükkânın vitrininde, köy öğretmeninin elinde ki kırmızı kurşun kalemin benzerini gördü. Onu almak çok istiyordu ama annesinin istediği malzemeleri almadan nasıl köye gidecekti. Düşüncelerini toparladı, bir cesaret kırtasiyeye girdi, kırmızı kurşun kalem ile birlikte ince bir defter aldı. Ali  acaba kaderini mi satın almıştı? (Devam edecek) ÖZER YILMAZ