Din ile ilişkide en önemli problemlerden biri, ona bütünüyle teslimiyet yerine, ondan işimize geleni almaktır.Bunu, dini kendimize yontmak olarak da değerlendirebiliriz.

Gerek ferdi ilişkilerde, gerekse İslam kavimleri, toplumları, ülkeleri olarak ilişkide, dini kendi haklılığımıza gerekçe haline dönüştürme çabası o kadar baskın hale geliyor ki, bundan, herkesin kendine göre yorumladığı bir İslam çıkıyor.Ben-merkezci yorumların biçimlendirdiği İslam türleri.

Rum Suresi 32'inci ayette zikredilen "dini parça parça edip, her grubun kendisinde olanla öğünüp durduğu din algısı" bu olsa gerek. (Rum, 32)

Kişilerin nefsine göre din, grupların nefsine göre din, kavimlerin nefsine göre din...Bunun sonucu olarak, dini telakkilerimizin, düşüncelerimizin farklılaşmasından ve karşı karşıya gelmesinden daha çok, dini hüviyet altında ferdi ve topluluk nefislerimizin karşı karşıya geldiği bir durum ortaya çıkıyor.

Fıkıh, "kişinin dinde kendi lehinde ve aleyhinde olanı bilmesi" diye tarif edilir. Lehinde olanlar, bir anlamda dinin kişiye tanıdığı hakları, aleyhinde olanlar da, görevleri, sorumlulukları ve görevlerin ihmali durumunda ortaya çıkacak olan dünyevi - uhrevi müeyyideyi bildirir. Kişi bunları en ince ayrıntılarına kadar bilir ki, onları ihlal gibi bir duruma düşmez.

Yaşadığımız problemin görüntüleri ne, bir bakalım:Bir babanın dinin babaya sağladığı hakları bilmesi, mesela evladın baba üzerindeki haklarından gafil olması ya da bilse bile ihmal etmesi.

Bir kocanın, dinin, aile bünyesinde erkeğe tanıdığı hakları bilmesi, kadına ait hakları bilmemesi veya bilse bile itina etmemesi.

Bir kadının, dinin, aile bünyesinde kadına tanıdığı hakları bilmesi, ama erkeğe ait ya da aile sorumluluğunun gerektirdiği hakların bilgisinden veya sorumluluğundan gafil olması.

Bir evladın, dinin ebeveyne karşı kendisine tanıdığı hakları bilmesi ama bir evladın ebeveyne karşı sorumluluğundan gafil olması.

Bir işverenin kendi haklarını bilirken, çalıştırdığı insanların ya da ürettiği malı tüketen insanların haklarına duyarsız kalması.

Bir devlet reisinin, bir amirin, hükmetme, emretme gibi haklar üzerinde azami hassasiyet gösterirken, hizmet etme, hesap verme, adil olma gibi hassasiyetleri görmezden gelmesi.

Bir yönetilenin, yönetenden her şeyi isterken, kendi üzerine düşen sorumlulukları asla aklına getirmemesi.

Bir kavmin, Yara­dan'ın bütün izzeti, şerefi, üstünlüğü kendisine verdiğini düşünmesi ve yaratılan başka varlıkların tamamının aşağı seviyede ve kendisine hizmet edecek nitelikte yaratıldığına inanması.

Bir suçlunun af talebini hak olarak görürken, suç ile ortaya çıkan toplum fesadının sorumluluğuna dikkat etmemesi.

Bir alimin, her şeyi bildiği düşüncesiyle, dinde adeta tasarruf etme yetkisine sahip olduğunu sanması, buna karşılık, aklı da, hafızayı da, bilgiyi de Rabbin verdiği idrakini görmezden gelmesi ve Allah Teala'nın hukukuna karşı asıl hassasiyeti "ulema"nın göstermesi gerektiğini dikkate almaması...

Ve bir kulun, kul olarak Allah'tan sonsuz taleplerde bulunurken, kulluğun, yaratılmışlığın, bütün varlığını Yaratan'a borçlu olmanın kendisine herhangibir sorumluluk yüklediğini hatırına getirmemesi.

Bunların altında ne var? Farkında olarak olmayarak Kur'an'ı kendi çıkarlarımıza dair gerekçeler üretmek için okumak var. (DEVAM EDECEK)