Salih Erol yazdı

İnegöl’ün Muzal Köyü’nden Mustafa, Çanakkale’de en kanlı muharebelerin yaşandığı Kerevizdere Mıntıkası’nda 55. Alay, 2. Tabur, 5. Bölükten yiğit bir neferdir. 1887 (Hicrî 1304) doğumludur. “Resuloğulları” diye bilinen bir aileden Mehmet Emin’in oğludur. Onun doğduğu köy, İnegöl – Oylat Kaplıcaları yolu üzerinde olup, ilçe merkezine 12 kilometre uzaklıktadır. Cumhuriyet döneminde köy isim değiştirmiş; ve “Gündüzlü” olmuştur.  İnegöllü Mustafa’nın kahramanlığı Genelkurmay Arşivi’nin 80 numaralı klasörün 407. dosyasında saklı kalamayacak kadar büyüktür. Rabb’im nasip etti; bizde bir Ankara seferimizde karşılaştık o kahramanlık vesikasıyla ve yazmak farz oldu böylece.

En büyük kahramanlıkların sonu şehâdettir. İnegöllü Mustafa ve arkadaşlarınınki de öyle! Mustafa’nın üç arkadaşı ile birlikte Çanakkale’deki düşman siperlerine gözünü kırpmadan atıldığı o olağanüstü olayı nakledelim artık:

Çanakkale Harbi’nin en çetin zamanı olan 1915 Temmuz’da Kerevizdere’de konuşlanan taburumuzun hemen önünde kalabalık bir düşman askerî birliği ilerlemiş ve yakınımızda büyük bir siper kazma başarısını göstermiştir. Yaptığımız bütün saldırılara rağmen inatçı düşman birliklerini o ileri siperden atamamışız. Buna çok içerlenen tabur komutanı binbaşımız sinirden durmadan gidip gelip – Taburumuzun hemen önünde şu düşmanın ettiğine bakın – diye söyleniyor. Evet, bu düşman siperini bir an önce yıkmak gerekirdi; aksi taktirde koskoca taburumuz büyük tehlikede. Ancak yaptığımız birkaç ileri saldırı sonuç vermemiş. Ancak karşı tarafın içinden yapılabilecek riski çok büyük bir fedakârlık sonucu düşman öncü siperi ele geçirilebilirdi. Bölük komutanı yüzbaşı bu işi nasıl başaracağını düşündü ve sonunda buldu. Plan şöyledir:

Bölüğün en cesur askerlerinden küçük bir grup oluşturacak ve düşman siperine onlarla sızacaktır. Gerçi bunun sonucunda özel görevlendirilen askerlerimizin tamamı şehit olacaktır herhalde. Onu da herkes biliyor. Yılan yuvasına çıplak birkaç elin sarkıtılması gibi bir şeydir bu.

Sonunda tabur komutanı ile de görüşüldü ve onun da izin vermesiyle dört kişilik özel tim seçildi. Bu dörtlü bütün taburda en cesur kişiler olarak nâm salmışlardır. İşte, o dört kahramandan birisidir: İnegöllü Mustafa.

Peki yâ diğerlerini belirtmeden geçecek miyiz? Elbette hayır! Eskişehir’in Ilıca Köyü’nden Ömer oğlu Nasuh, timin başındaki onbaşıdır. Aynı köyden Mehmet oğlu Abdurrahman’ı da yanına almıştır ve timin son neferi Ankara Kalecik Dalyasan Köyü’nden İbrahim oğlu Hüseyin’dir. Şehit düşeceklerini bile bile bu dört Kahraman Mehmetçik en ufak bir tereddüt göstermeden büyük bir dikkatle gece yarısı girişecekleri operasyona hazırlanmaktadırlar.

1915’in 24 Temmuzunu 25. güne bağlayacak olan o gece kapkaranlıktı. Nöbetçilerimiz ve düşman tarafındaki nöbetçileri zifiri karanlığı sanki yırtacakmış gibi ara sıra silahlarını öylesine ateşliyorlardı. Maksat, karşı taraftan olası bir taarruza engel olmaktı. Gerçi bu karanlıkta hiçbir taraf diğerine saldıramazdı; çünkü göz gözü görmüyordu.

Onbaşı Nasuh ve aralarında İnegöllü Mustafa’nın da bulunduğu dörtlü tam da bu zifiri karanlıkta düşman siperine sızdılar; yılan yuvasına yahut arı kovanına dalar gibi. Düşman siperinde yüzlerce asker vardı. Bizimkiler ise sadece dört kişiydiler. Karşı tarafa sızmak on beş dakika bile almamıştı. Derken, birden düşman siperinde peş peşe patlayan el bombası sesleri gecenin sessizliğini bir bıçak gibi yırttı. Dört Mehmetçik siperin dört farklı köşesinden patlatmışlardı el bombalarını. Hemen akabinde sıkılan yüzlerce silah sesi...

Düşman siperinde adeta kıyamet kopuyordu. Sanki yüzlerce kişinin saldırısına uğramışlar gibi telaşlı – şaşkın bir vaziyette birbirlerine kurşun sıkıyorlardı. Gece yarısının son zifiri karanlığı, yerini şafağın ilk aydınlığına bıraktığında o kale gibi siperden dumanlar yükseliyordu. Sadece dört kahraman neferimiz dört yüz kişilik o siperin altını üstüne getirmişlerdi. Tabi, bu kahramanlığın bedeli başta da söylediğimiz gibi şehâdet olacaktı. 28 yaşındaki İnegöllü Mustafa, Eskişehirli Abdurrahman ve Kalecikli Hüseyin şehâdet mertebesine daha o gece yarısı yükselmişlerdi; son vazifelerini yaparak. Timin başındaki Nasuh ise, mucizevî biçimde o siperden sağ çıkmış ve bölüğüne gelebilmişti. Tabur komutanımız sabahın ilk ışığıyla birlikte derhal emir vermiş ve Kerevizdere’nin en kritik yerindeki düşman siperi ele geçirilmişti. Aslında o siper kahraman dört Mehmetçik tarafından fethedilmişti.

Ruhları şâd; mekânları cennet olsun!

Son Bir Not:

Üç arkadaşını kaybeden Nasuh onbaşının gözü, göğsüne takılan: “Osmanlı Yıldızı” nişanını görecek gibi değildi. Komutanlarının istirahat etmesi ve hatta istediği kadar izne ayrılması tekliflerinin hepsini reddetti. Kerevizdere’de en ön safta çarpışmaya devam etmek istediğini kesin bir kararlılıkla belirtmişti. Dört gün daha savaştı ve sonunda emeline kavuştu: Şehâdet şerbeti içmiş; o en sevdiği üç arkadaşının yanına gitmişti. Kendisi orduda onlardan bir kıdem üstteydi ama o neferler şehitlikte ondan dört gün daha kıdemliydiler.

Aşk olsun! Mevlâ, şehâdetlerini kabul etsin!