Hamd alemlerin Rabbi olan Allah'a , selatu selam O'nun nebisi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemledir

Geçen haftaki yazımızda tasavvufun ne anlama geldiğini, mutasavvıfların dilinden tarifler yaparak izah etmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise tasavvufun ortaya çıkışını, peygamber efendimiz aleyhisselamın yaşayış tarzından bazı sonuçlar çıkaracağız.

Peygamberler, Rablerinden ilahi emirleri almadan önce bir hazırlık devresi yaşarlar. Bunun için insanlardan bir süreliğine uzaklaşırlardı. Bu devre manevi olgunluğa ermek bu sayede Allah Teala'nın vahyine muhatap olabilmek, vahyi duyabilmek için elzemdi. Örneğin Hz. Musa Sina dağına gelmeden önceki halvetini Araf suresi 142. Ayette Yaratıcı şöyle anlatıyor: "Musa ile otuz gece için sözleştik ve buna on daha kattık. Böylece Rabbinin belirlediği vakit kırk geceye tamamlandı." Bu on gece Rabbimizin Hz. Musa ile konuşması içindi.

Peygamber Efendimiz aleyhisselam, Hira Nur Dağındaki mağarasını bulmasıyla başlayan ibadeti, hayatı boyunca devam etmiştir. Zira Rabbimiz, kainatın serverine, gecelerinin büyük bir kısmını ibadetle, zikirle, Kur'an okumasını emretmişti. " Ey örtüsüne bürünen, geceleyin kalk, yalnız gecenin birazında uyu; gecenin yarısında(kalk) yahut bundan biraz eksilt veya bunu arttır ve ağır ağır Kur'an oku. Doğrusu biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız!" ( Müzemmil Suresi 1-6. ayetler) Peygamberimiz sallallahu ve sellem bu gece mesaileriyle Hz.Musa aleyhisselamın bir benzeri durumla vahye muhatap olabilmenin alt yapısını inşa ediyordu. Mühim vazifeleri üzerinizde taşıyorsanız önceki yaşantılarınızdan dersler çıkarmış bir birikim oluşturmuşsunuz demektir. Eğer toplum karşısında konuşma yapmanız gerekiyorsa hitabınızda neleri ele alacağınıza vakıf olmanız icap eder. Bu da belli okuma yapmanız ilimle kuşanmanız anlamına gelmektedir. Efendimiz için bu mesai zorunluydu.

Manevi olgunluğa erebilmek için tefekkür halvet ve istiğfara ihtiyaç vardır. İbadetlerimizin dahi ruhumuza tesiri bu cihetle olur. Yani bir alt yapı, manevi tecrübelerle gönül dünyamıza bir seviyeye kadar çıkarmamız gerekir ki ibadetimizin tadını alabilelim. Bizim rehberimiz Hz.Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem ise o vahy-i İlahiye mazhar olmaya ve kendisine verilen "nübüvvet" vazifesine hazırlık için böyle yapıyorsa biz de ilham-ı İlahi'den nasiplenmek ve "kulluk" vazifemizi gereğince ifa edebilmek için gecemizle, Kur'an-ı Kerimi okumamızla, dua, istiğfar ve nafile ibadetimizle fazla mesai yapmaya mecburuz demektir. Elbette ki bahsettiğimiz bir idealiniz varsa.

Bu manevi donanım, kişiyi günahtan ve masivadan (Allah'tan gayri olan herşey) korur. Şifalı bir suyu kirli bir kabın içinden içmeye çalışırsanız, şifa yerine bir başka hastalığa bulaşmış olursunuz. Sıhhate kavuşmak istersen önce kendi kabını temizlemen gerekir. Şifalı su bizim ibadetlerimiz, amelimizdir. Kap ise gönlümüz, ruhumuzdur. Biz ruhumuzu, gönlümüzü temizlemeden şifa bulamayız. Yani huzura eremeyiz. Peki, korunanları Cenab-ı Hak nasıl tarif ediyor. Zariyat suresi 15. -18. Ayetlere bakmamız yeterli olur. " Korunanlar, cennetlerde, çeşme başlarındadırlar. Rablerinin kendilerine verdiklerini alırlar çünkü onlar bundan önce güzel davranırlardı. Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi." Anlaşılıyor ki gece ibadetleri, istiğfarlar sadece vahyi bekleyen peygamberlere değil, bütün mü'minleredir.

Yüce Rabbimiz son Peygamberini manevi olgunluk ve ruhi tecrübeleri bizlere öğretmek üzere göndermiştir. Bunun içinde Onun en güzel ahlaka, edebe sahip olması gerekiyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve selemin şu sözü bu konuya işaret eder: " O şanı yüce Rabbim, beni eğitti, beni güzel edeple yetiştirdi"

Efendimiz aleyhissellamın güzel ahlakını sade hayatını anlatmaya ya da tafsilatını beyana hacet yoktur. Daima düşünceli kaygılı olduğunu, namaz kılarken ağladığı için göğsünden kaynayan tencere sesine benzeyen bir ses geldiğini hatırlatarak ayrıntıya girmek istemiyorum.

Sonuç olarak

1.Peygamber aleyhisselam kalp temizliğine önem vermiş, kalbten kötü düşünceleri silip yalnız Allah'ı düşünmeyi ihsan derecesi olarak niteler." İhsan, Allah'ı görür gibi Allah'a kulluk etmektir. Zira sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor."(Buhari)

2. Ümmetini zikre teşvik etmiştir: "Rabbini zikredenlerle etmeyen, diri ile ölü gibidir" (Buhari -Davaat 67), cennet bahçeleri nedir sorusuna zikir meclisleridir diye cevap vermiştir

3.İslam, sadece şekilden ibaret kuru bir emir yasak yığını değildir. Ruh vardır ve ruhun olduğu yerde de tasavvuf vardı.

4.İşte bu ve benzeri anlatılanlar diyebiliriz ki İslam tasavvufunun Kur'an ve Hadisteki tohumlarıdır. Kur'an'da, Peygamberimizin aleyhisselam ve ashabının sözlerinde Mutasavvıfların halleri, zikir ve fikirleri mevcuttur. Tasavvuf zühd hareketinin gittikçe gelişen bir sonucudur.

Selam ve muhabbetle ...