Kur'an'ın şahitliğine baktığımızda Rasulullah'a bir "Ahlak Peygamberi" olarak bakmak mümkün olduğu gibi, Rasulullah'ın ifadelerine baktığımızda da ahlakın bir "misyon tanımlaması" şeklinde devreye girdiğini görüyoruz.O zaman Rasulullah'ı İslam'ın tebliğ ettiği bütün prensipleri ile görmek gerektiği gibi, belki daha çok, en çok, "Ahlak nümunesi" olarak görmek gerekiyor ve Rasulullah'ı izlemek, onunla aynileşmek, onun boyasına boyanmak babında, en çok onun ahlakını temessül etmek zarureti vardır. Onun ahlakına bakmak yani...

Bakınız, herhangi bir kitapta "Allah Rasulü (sallallahü aleyhi ve sellem)'nün ahlakı" diye başlık atıldığında altına şu paragraflar eklenmektedir: "Allah Rasulü'nün tevazuu, cömertliği, takvası, nezaketi, yumuşak huyluluğu, şefkat ve merhameti, affediciliği, komşu hakkına riayeti, fakirlere muamelesi, esir ve hizmetçilere muamelesi, kadınlara muamelesi, yetimlere muamelesi, hayvanlara muamelesi edeb ve hayası..."

Mesela "Rasulullah'ın edeb ve hayası" başlığının altında "Sahabilerin ifadesine göre örtüsüne bürünen bir genç kızdan daha hayalı idiler." bilgisi yer alır.Bütün bunlara, bir tarihi şahsiyetin kişilik özelliklerini öğrenmek gayesiyle bakmak, "Muhammedi ah­lak" ile ilişki kurmak anlamına gelmiyor. Müslümanın "Muham­me­­di ahlak" ile ilişki kurması demek, kendi kişiliğini Rasulullah'ta ne varsa onunla donatmak demektir.

Allah Teala "O ne verdiyse alın, neden kaçındırdı ise ondan da kaçının" diye buyuruyorsa, bu tam da Allah Rasulü ile aynileşmek anlamına gelmektedir.Aile, iş hayatı, sosyal ilişkiler...Bu, insanın bütün bir hayatı demektir.

Düşünelim ki Kur'an, yolda yürürken insanın, kibri sebebiyle, dağlara yetişecekmiş gibi yürümesini de, yeri yaracakmış gibi yürümesini de bir kişilik deformasyonu olarak niteliyor.Düşünelim ki Kur'an, insanın ses tonunu insani iletişim seviyesinde tutmasını istiyor. İnsanın merkep sesi gibi bir sesle iletişim kurmamasını telkin ediyor.Düşünelim ki Kur'an, iki Peygamberini Firavun gibi bir zulüm kişiliğine gönderirken "kavli leyyin - yumuşak söz" uyarısıyla gönderiyor.

Düşünelim ki Allah Rasulü, yolda birisi ile karşılaştığında ve musafaha ettiğinde elini ilk çeken kişi olmaktan kaçınıyor.Düşünelim ki Rasulullah, içinde yaşadığı mü'minler topluluğunda herkesin en çok kendisini sevdiği gibi bir duygu uyandırabilmeyi başarıyor.Düşünelim ki Allah Rasulü "İman etmedikçe cennete giremezsiniz" ifadesinin yanına "Birbirinizi sevmedikçe gerçekten iman etmiş olmazsınız" cümlesini ekleyerek, İslam toplumunu bir sevgi toplumu halinde görmeyi arzu ediyor.

Düşünelim ki Rasulullah "Cebrail bana komşu hakkından o ölçüde bahsetti ki ben Allah'ın komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim" diyerek, birbirine yakın insanlar arasında neredeyse akrabalığa benzer bir hukuk oluşmasının yolunu açıyor."Bizi aldatan bizden değildir" sözü ile, sonsuz güven ikliminde birbiriyle kaynaşmış bir toplum tarifi yapan bir Allah Elçisinin izindedir mü'minler. Ve eğer izinde olmamız gerekiyorsa öyle bir Peygamber'in, içinde yaşadığımız toplumların güven kıvamına bakmamız ve Rasulullah'ın ne kadar izinde olduğumuzu değerlendirmemiz gerekiyor.

En küçük toplum birimi olarak ailelerimizden başlarsak envanter çıkarmaya, eşler arasındaki ilişki, evlatlar ile ebeveyn arasındaki ilişki, gelinlerle kayınvalideler arasındaki ilişki, dedelerle torunlar arasındaki ilişkiyi süzersek, oturduğumuz apartmandaki ilişkilerimizi irdelersek, sonra sokaktaki ilişkilerimize bakarsak, sonra iş yerimizdeki ilişki çerçevemizi tahlil edersek, sonra ülke yönetimleri ile halkların ilişkisine, sonra kavimlerin, milletlerin birbiriyle ilişkisine... Evet sadece Müslüman toplumlar çerçevesinde bir irdeleme yaparsak, Rasulullah ile ve O'nun inşa ettiği toplumla aramızda bir hayli mesafe açıldığını görürüz.Son söz: Ahlak Peygamberinin ümmetine ahlak problemi yaşamak yakışmıyor.

ALTINOLUK DERGİSİ 2014 - Ocak, Sayı: 335, Sayfa: 003