Salih Erol'un köşe yazısı.

Bir insan düşünün ki hem veteriner hekim; hem gazeteci; hem şâir – dil bilimci; hem de büyük bir din âlimi olsun. Yeri geldiğinde devleti için bir istihbarat neferi olarak çalışsın; yeri geldiğinde kurucu meclisimizde milletin vekili olarak hizmet versin.  Bu adam Mehmed Akif’tir.


Bir adam düşünün ki  Türkçe’nin en büyük üstadlarından olsun. Kuran-ı  Kerim’in hacimli bir tefsirini yazacak kadar engin bir  Arapça’ya  vâkıf olsun.  Aynı zamanda çok sevdiği büyük şâirler Sadi’yle ve Hafız’la yarışacak derecede Farsça şiirler yazabilsin ve bunlarla yetinmeyip hakiki manada bir fikir adamı, çağdaş bir münevver: “Sadece Doğu’yu değil; aynı zamanda Batı’yı bilmekle mümkün olabilir” gerçeğinin farkında olarak mükemmel derecede Fransızca öğrensin.  Bunun yanı sıra sağlam bir teknik gelişmenin dili olan Almancayı iyi bir seviyede öğrensin.

İşte, bu adam da Mehmed Akif’tir. Şiirlerini ve makalelerini neredeyse tümüyle incelemiş biri olarak diyebilirim ki; onun duygusal gibi görünen ifadelerinin altında bile gerçeğin dolaysız bir anlatımı vardır.

O bakımdan Mehmed Akif Bey, iğneyi başkalarına; çuvaldızı kendi kültürüne batıran acımasız bir eleştirmen ve yalın bir gerçekçidir. Onun eleştirilerinden en fazla payını alan zümre “Din adamı” diye geçinenlerdir: “Yâ mutaassıpları sorma nasıl maskaraca / Hırkasının yenleri yerlerde güyâ hoca / Hem bakarsın eşi yok dine düşmanlığında / Hem ne söylersen dini hemen olur rencide” mısraları dinî duyguların istismarcılarının gerçek resmidir. O bakımdan ibretle akılda tutulmalıdır.

Muhâkemeden hakikate ulaşmak; yani sorup- sorgulayıp ondan sonra gerçeğe varmak ve bu döngüyü bırakmamaktır esas olan. Hakkı ve hakikati ifade eden bilgili ve ilkeli bir duruş sergilemek! Akif’ten alınabilecek en mühim derstir.

Zülmü alkışlamamak; zâlimi sevmemek; gelene/gücü eline geçirene yaranmak için gidene/düşene sövmemek” dersini veriyor bize Akif. Tutabilene aşk olsun!
Akif’te keskin akılcı bir taraf olmakla beraber yüksek bir ahlak duygusu da  mevcuttur. O sadece çağının adamı değil; çağının ötesine taşmış bir fikir ve eylem adamıdır. Mutlak: İlâhî: Evrensel bir doğruluk inancı ve duruşu vardır Akif’in.

27 Ağustos 1908’den başlayarak çıkardığı haftalık derginin adı Sırât-ı Müstâkim; yani Doğru Yol’dur ve başyazısı Fatiha Suresi’nin anlamı ile başlamaktadır. Din- Felsefe- Hukuk ve diğer bilimlerden bahseden; bir başka deyişle hayatın her alanı ile ilgilenen Sırat-ı Müstakim’i ve onun devamı olan Sebilüreşad’ı okumadan Akif’i anlamak mümkün değildir.

Yazımızı, Mehmed Akif’in, Âsım’ın nesli bahsinde gençliğe yaptığı nasihatten kısa bir bölümle noktalayalım:

Ne büyük söyle; ne çok söyle! / Yiğit işte gerek. Lafı bol; karnı geniş soyları taklit etme!
Sözü sağlam; özü sağlam adam ol! Allaha dayan; işe sarıl; hikmete râm ol;
Yol varsa budur; bilmiyorum başka çıkar yol”.

Tarihimizi ve tarihî şahsiyetlerimizi layıkıyla anlamak dileğiyle. 

SALİH EROL