'Sofia'nın Dünyası Felsefe Tarihi Üzerine' adıyla yayınlanan Jostein Gaarder'ın kitabında felsefenin üzerine birçok çıkarımlar yapılmış. Kitabın başkahramanı Sofia adında bir çocuk. Kitap hikayemsi bir tarzla felsefenin tarihinin kavratılması üzerine kurulmuş.

Tabi felsefe denince ilk akla gelen kişi doğal olarak Sokrates geliyor. Sokrates günümüzden 2400 yıl önce yaşamış ve düşüncelerinin hiç birini yazıya dökmemiş. Sokrates hakkında bildiklerimiz öğrencisi Platon'un bize aktarabildikleri kadar.

Sokrates, 2400 yıl önce demiş ki 'eğer ben bir yanlış yapıyorsam hiçbir şey bilmediğimden kaynaklanmaktadır. Bana bir şeyler öğretebilirseniz yanlış yapmaktan kaçınırım, öğrendiğim şeyleri yanlış yapmam.

Yine bir sözünde de diyor ki vicdanım ve doğru, benim hayatımdan daha değerlidir, vicdanımı aldatmak ve yanlış yapmaktansa yaşamamayı tercih ederim.'

Bütün düşünce akımlarının kökeninde iyilik, mutluluk ve erdem var. Okulların ve diğer eğitim kurumlarının amacı iyi insan, mutlu insan ve erdemli insan yetiştirmek değil mi? Buna şüphesiz hepimiz koro halinde evet deriz.

Mevcut sistem içinde tutarsızlıklar ve otokontrol sistemi kendisini yenileyebilecek ve devamını sağlayabilecek nitelikte değil. Genç kuşakların tutarsız, yetersiz ve stratejik düşünceden uzaklaşmalarının en büyük kaynağı ne yazık ki anne baba tutumları ve mevzuatın yetersizlikleri.

Sistem kendisini otokontrol edebilecek yönetişim yöntemlerini geliştiremediği için geri kalmış toplumların hasletlerinden olan karizmatik liderlerin doğmasına müsaade etmektedir. Yaygın bir söylem vardı 'okul müdürü kadar okuldur.' Burada da yine karizmatik müdürlerin varlığından bahsedilmektedir.

Oysaki sistem güçlü temeller üzerine kurulabilmiş olsa hangi yönetici gelirse gelsin aynı sonuçları alması kaçınılmaz olacaktır.

Eğitim sisteminin kuruluş temelleri objektif kriterlere göre yapılmadığından okulların yönetim biçimi de müdürlerin etkisi altında kalmaktadır. O zaman okul müdürü kadar başarılı ya da başarısız oluyor.

Bundan 2400 yıl önce yaşamış bir adam çıkıyor vicdanı ve doğru olmayı yaşamının merkezine alıyor, hatta kendi canını bile idealleri uğruna yok edebilecek cesareti gösteriyor.

Mülkiyet kavramını hiçbir zaman onurunun üzerinde tutmuyor, onuru onu yılar boyunca en bilinen bir birey olarak kalmasını sağlıyor. Bütün bilim insanları ondan iham alıyor, bundan sonra ki dilim içinde de aynı duyguların yaşanacağı kaçınılmaz görünüyor.

Toplumsal değişim ve yenileşmenin nabzı eğitim kurumlarının merkezinde atabildiği ölçüde öğretmenler misyonlarını yerine getirmiş sayılırlar. Çocukların kendi güçlerini kazanmalarına çıt kırıldım anne babalar müsaade etmiyor.

Kendileri çıt kırıldım olduklarından çocuklarının da çıt kırıldım olduklarını zannediyorlar bu zan ile çocuklar gerçek güçlerini kazanma imkanı elde edemiyorlar böyle olunca çocukların erdemli davranış göstermeleri sınırlandırılıyor.

Bu sınır çocukların iyiliği içinmiş gibi görünse de özünde vicdanı ile doğrular arasında gelgitler oluşturuyor. Çocuk, kendisini gerçekleştirmekten uzak birey olarak toplum içinde iz bırakmaya çalışıyor.

İz bırakmanın kalıcılığını sağlamak için yanlış yapmayı engelleyen doğrular hedef seçilirse eğitim o zaman amacına ulaşmış olabilir.