Dün internette, www.dusuncemektebi.com sitesinde denk geldiğim, yeni Şafak gazetesinde de yayınlanmış bir röportajdan bazı alıntılar yapmak istiyorum..

Samimiyetinden hiçbir zaman ödün vermemiş bir alim olan sosyolog yazar Abdurrahman Arslan'la yapılmış bir röportaj. İslam, modernlik, iktidar ve akıl konuları üzerinde çalışan Arslan'la günümüzde dindarların düştüğü tuzakları, geçirdikleri dönüşümleri ve son ortaya çıkan siyasi tabloyu hakkında yapılan röportajda ilginç tespitlere yer verilmiş.

Dindarların iktidar olma serüveni ile ilgili çokta hoşumuza gitmeyecek lakin bana görede çok haklı tespitleri var.

Arslan röportajında, ''İktidarın yumuşaması ya da baskıcı uygulamalarından çıkmasının Müslümanları daha rahat Müslümanca bir hayatı yaşayacaklarına dair bir kabul vardı. Bu pek olmadı gibi geliyor bana. Müslümanlar bunda bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Dindar insanlar iktidara gittiğinde bu kitle ile onları temsil edenler arasındaki karşılıklı etkileşimle birlikte, o dindar insanları destekleyen Müslüman kitle de dönüşmeye başladı. Sadece kitle kendi isteğini iktidara taşımadı aynı zamanda da kendi seçtiği liderlerin de öncülüğünde isteyerek ya da istemeyerek bir dönüşüme uğradı. Karşılıklı bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır Müslümanlar.''

Kendi hedeflerine varmak konusunda müslümanların başarısız olduğunu dile getiren Arslan röportajın bir yerinde şöyle diyor; ''zulüm ve baskı ortadan kalkınca Müslümanlar kendi hedeflerine varamadılar. Bir kere iktidardan sınırlı bir şekilde faydalanma noktasında bir gayret sarf edildi. İkinci husus da Müslüman kesim büyük nispette sosyal bir dönüşüme, kültürel bir dönüşüme maruz bırakıldı. Şu anda da bu süreçleri yaşamaktayız. Televizyon dizilerinden tutun da pek çok konuda bunu yer yer görmemiz mümkün.''

Sizce de haklı değil mi? Biz müslümanlar iktidarı kendi konforumuz için bir manivela olarak kullanmaya kalktık. Sosyal dönüşüm, kültürel dönüşümden kastının daha çok dünyevileşmek ve konfor arayışı olduğunu anlıyorum.

Sahici hedeflerimizde sapmalar olduğunu röportajın satır aralarında açık yüreklilikle dile getiren Arslan, müslümanların rahata düşüp asıl hedeflerini arka plana attıklarını ve daha önce karşı olduğumuz sisteme çok kolayca entegre olup dönüşmeye başladığımızı acı ama gerçek bir dille şöyle dile getirmiş;

''Müslümanlar başları kapalı olarak kamusal alana girdiler fakat kamusal alanın dönüştürücü gücüyle onlar da dönüşmeye başladı. Peki bunu nasıl açıklayacağız? Kamusal alana alınmayı sahici bir hedef olarak gördüler. Ama bence en büyük yanılgı buydu. Oraya katılmak sahici bir hedef olmamalıydı. "Ev"lerini terk ettikleri günden itibaren değerlerini kaybettiler. Belki bunu evi terk etmeden düşüneceklerdi. Müslüman erkek kamusal alana katıldığında kapitalizmin nesnesi oldu. Bu erkekteki helal ve haram duygusunu alt üst etti. Müslüman kadın ise feminist değerlerinden büyük nispette etkilendi. Bu da kadının zihnini eşitlikçi bir zihniyete dönüştürdü ve kadın her şeyde başta kadın erkek ilişkileri olmak üzere eşitlik aramaya başladı. Ama unutmayalım İslam adalet dinidir, eşitlik dini değil. Adalet üzerinde yeterince tefekkür etseydik bu ikisi arasındaki ontolojik farkı anlayabilirdik. Kamusal alan Müslümanları aşındırmaya başladı. Şu anda bile düne göre çok özgür olan Müslümanlar gelecek kuşaklar hakkında endişe taşıyorlar. En azından ben böyle bir endişe taşıyorum.''

Ne olursa olsun Müslümanların bu arızalarını tespit edip onarması için böyle bizi silken, üzerimizde ki ölü toprağını atmamıza yardımcı olacak beyinlere ihtiyacımız var.

Röportajın tamamını okumak isteyenler isimi geçen internet sitesine girip okuyabilirler...