Yıllardır aldatılıyoruz, kandırılıyoruz, inandırılıyoruz, sömürülüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu Tanzimat Fermanıyla, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu 29 Ekim 1923 yılından beri yüzünü hep batıya döndü, geleceğini batının değerleri içinde aradı, bu arayışını batının kurumsal örgütlerine üye olarak perçinlemeye çalıştı. Batı Türkiye Cumhuriyeti'nin muasır medeniyet yolunda vermiş olduğu kavgada görünürde yanındaymış gibi yaptı ama gerçekte bunu hiçbir zaman içine sindiremedi. Batı medeniyetini temsil eden ülkeler ülkemize karşı hep ikiyüzlü davrandı, samimi olmadı. Batının samimiyetsizliğini son yıllarda daha çok hisseder olduk. Ülkemizin gelişmesini ve değişmesini hedef seçmesi gereken batı ne yazık ki sömürü zihniyetini hep ön plana aldı, ülkemizi emir eri gibi gördü, her istediğinin yapılmasını istedi. Bu istek insan haklarının ve demokrasinin gelişmesini istemekten çok kendi emrinde nasıl daha kolay oynatabileceğim bir Türkiye Cumhuriyeti oluşturabilirim zihniyetinde hayat buldu. Çağlar boyunca sömürge zihniyetiyle ülkemize yaklaşıldı, hala da yaklaşılıyor ancak ülkemizin kadim imparatorlukların küllerinden doğduğu unutuldu. 'Bağımsızlık benim karakterimdir.' Meteforu görünmezden, bilinmezden gelindi. Her kuşun etinin yenilmeyeceği bilinemedi, Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Türk vatandaşlarına ikinci sınıf insan muamelesi yapıldı, yapılmaya çalışılıyor.

İkiyüzlü batı medeniyeti, ülkemizin yiğit delikanlılarının, vatansever insanlarının temiz duygularını hep sömürü aracı olarak kullandı. Kendi çocuklarının ölmesini istemediği yerlerde bizim evlatlarımızı cepheye sürdüler. Evlatlarımızın kahramanlıklarından yararlanmak için sırtımızı sıvazladılar, aferin dediler, bu sıvazlamalar batının kör zihniyetinin ayakta kalmasına hizmet etmek için yarış içinde kalmamızı sağladı.

Gün oldu, devran döndü, batının 'Muasır medeniyet dediği şeyin tek dişi kalmış bir canavar olduğunu gördük.' Batının sömürge düzenlerinin devam etmesi, sömürge zihniyetinin ayakta kalmasına bağlı kaldığını gördük. Batının derdinin insan hakları ve demokrasi olmadığını, kendine hizmet etmek isteyen uşaklar aradığını gördük. Bu arayış Mısır'ın piramitlerinde, Afrika'nı çöllerinde, Arabistan'ın saraylarında, Suriye''nin ve Irak'ın petrol kuyularında, Körfez ülkelerinin şeyhlerinin haremlerinde, Afganistan'ın dağlarında, daha ismini saymadığım nice devletlerin sömürülmesinde hayat buldu. Ülkemiz de sömürülmedi mi? Hem de öyle sömürüldü ki dibine kadar. Ekonomik terör uygulanarak, demokrasi yok denilerek kendisine yandaş bularak soysuzların işbirliği ile darbeler yapılmaya çalışılarak. Bu darbeler sonucunda birçok masum insan hayatından edildi. Bugünlerde öyle güzel işler oluyor ki, insanın içinde kelebekler uçuşuyor. Hani ülkemizde bazen istenmeyen şeyler olduğunda, arkasından dost bildiğimiz ülkeler bir bildiri yayınlarlardı "Endişe ile takip ediyoruz, demokrasiye bağlılık gösterilmesini bekliyoruz." İfadelerini içine alan açıklamalar. Bu beni o kadar derinden sarsardı ki, içimden buğzederdim, içimden hayıflanırdım, ne zaman ülkemizde demokrasi ve insan hakları ile ilgili güzel şeyler olacak? Biz niçin ağzı kokuşmuş batının şamar oğlanı gibi yerimizi alıyoruz, ne zaman ülkemiz insanına değer verildiği bir ülke konumunda olacağız, bunu ne zaman göreceğiz?

Şimdi oldu, zevkle izliyorum demokrasinin oturması için ayaklanan halkın hak aramasını, mutlu oluyorum kokuşmuş düzenlerin işe yaramadığının görülmesinin sömürü düzeninin kalelerinin bir bir yıkılmasına şahitlik yapmak ne kadar da otantik oluyor, anlatması çok zor, onu yaşamak gerekiyor. Onu zevkle şevkle doya doya yaşıyorum Elhamdülillah. Gelişmeleri endişeyle takip ediyoruz hep bize ağlamak düşmesin, birazda emperyalist emelleri olanlar ağlasın, düşünsün, sızlasın. Onun için 'Ey oğul titre ve kendine gel, sen çağ kapatıp, çağ açan bir neslin torunusun, sen dünyaya hükümdarlık yapan bir neslin torunusun, sen yedi düvele karşı mücadele eden bir neslin torunusun, muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanında mevcuttur. Durma, uyuma, bekleme! Üret üret, üret. Üretirsen efendi olursun, üretmeden tüketirsen müstemleke.'