Allah Teala buyuruyor ki:"Allah'a ve Rasulüne itaat edin; birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız da rihınız (rüzgarınız, gücünüz, devletiniz) gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir." (Enfal, 46)

İtaatin merkezine Allah ve Rasulü konacak. Diğer tüm güçlere (Kur'an'ın ulül emr diye nitelediği yöneticiler dahil) itaat, ancak Allah ve Rasulüne itaatleri çerçevesinde gerçekleşecek. Bir konuda "ihtilaf" olduğunda konu Allah ve Rasulünün bildirdiği ölçülere müracaatla çözülecek (Nisa, 59) Allah ve Rasulüne itaatin hemen ardından "birbirimizle çekişmeme, parça parça olmama, bölünmeme, hizmet itibariyle bölünmek kaçınılmaz olsa bile kalben bölünmeme" ilahi çağrısı geliyor. Allah Teala "Bölük bölük olmayın" diyor duyabilene. Ardından paramparça olmanın getireceği kalbi, fikri, psikolojik risk hatırlatılıyor. "Korkuya kapılırsınız, kalbi zaafa düşersiniz. İradeniz çözülür." Ve ardından hem kişiler olarak hem toplumlar olarak ödenecek bedel geliyor. Kur'an'da "Rih" kelimesi kullanılıyor. Bu sözlük anlamı itibariyle "Rüzgar" anlamına geliyor. "Rüzgar" yani etkileme gücü olan varlık demek, müfessirler bunu "Gücünüz, devletiniz gider" şeklinde anlamışlar. Evet, işte görünen "İslam dünyası vakıası"nın resmi.

Bu ayet bize, Mü'minlerin birbirinin gücü - kudreti - rüzgarı olduğunu, bölünüp parçalanma halinde bu gücün birbirini besleyen değil, birbirini azaltan güce dönüştüğünü, bunun da bedelinin "Devletin kaybı" noktasına kadar varabileceğini bildiriyor. Burada "devlet kaybı"nı, İslam dünyasının müşahhas haline bakarak yorumladığımızda, İslam toplumlarının oluşturduğu devletlerin içinin boşaldığı, devlet olma haysiyetlerinin kaybolduğu şeklinde anlayabiliriz.

Şu ayet:"Ey iman edenler! Hepiniz topluca barışa, birlik ve dirliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır." (Bakara, 208)

Ya topluca "silm - İslam - barış" ikliminde buluşacaksınız, ya da size "Apaçık bir düşman" olan Şeytan'ın adımlarını izleyeceksiniz. Hangisini tercih edersiniz? Ya da şu andaki durumunuz, "topyekün silm içinde olmak" mıdır, yoksa şeytanın adımları arkasında yürümek midir? Başkasını yargılamak yerine lütfen herkes kendi durduğu noktaya baksın ve "Şeytan bu yaşadığımız hercümercin neresinde/" sorusunu sorsun.

Şu ayet:"Hep birlikte Allah'ın ipine (İslam'a, Kur'an'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetlerini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki, doğru yolu bulasınız." (Al-i İmran, 103)

Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı sarılmışsak, bu parçalanmayı gerçekleştiren kim? Allah bizim kalplerimizi birleştirmişse, nasıl ayrıldık? Allah bizi bir ateş çukurunun kenarından kurtarmışsa, şimdi İslam toplumları olarak birbirimiz için ateş çukuru kazmak neyin nesi? Benim payım ne bu çukurun kazılmasında ve ben, Rabbimin huzurunda bunun hesabını nasıl vereceğim?

Şu ayet:"Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ihtilaf ederek ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için pek büyük bir azap vardır." (Al-i İmran, 105)

Hepimize apaçık deliller gelmedi mi? Onları günler geceler boyu okuyup durmuyor muyuz? Kime okuyoruz onları? Ve onlar bizim kalblerimize neden ulaşmıyor? Şu Kur'an sorgulamaları bizim ümmet içindeki duruşumuzu nasıl etkilemeli? Kendileri için "pek büyük azap" olanlar kimler acaba, o azap ya bizlere de dokunacaksa ya da şu an İslam dünyasının yaşadığı acılar, o azaptan bir parça ise... (Devam edecek)