Bilirsiniz, Üstad Necip Fazıl'ın meşhur Ayasofya konferansı var. Orada der ki, "Ayasofya üzerinde çok laf ettik! Ama lafta bile onu tasarruf edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!"

Bana öyle geliyor ki, yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra herşey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

Biz kimden, neyi istiyoruz? Yemen'den Viyana'ya Fas'tan Kafkasya'ya kadar en aşağı 10 milyon kilometre kare bir zemin üzerinde... Evet, böyle bir zemin üzerinde... Atalarımızın... Ata derken halimize bakıp başımızı doğduğumuz nur insanların... Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini... 700 bin kilometre kareye indikten ve bu halin ismine milli kurtuluş dedikten sonra... Evet, bütün bunlardan sonra... Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz?

İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler. Alemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur. "- Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun?" Derler böyle insanlara ve milletlere!..

Dava ve gayesi bakımından Büyük İskender ve Sezar'ı oda hizmetçiliğine kabul etmeyecek kadar üstün hükümdar, başbuğ ve (aksiyon) adamı Fatih, İstanbul'u fethedip onun kalbi Ayasofya'da namazını eda ettiği zaman, Cenubi Fransa'da kırılıp Viyana'da tekrar Batıyı dişleyecek olan İslam taarruz kıskacının mihver çivisini ele geçirmişti. Ayasofya işte bu incecik mildir, bu çividir; onu İslam kıskacına yerleştiren Fatih Sultan Mehmed'dir; ve eğer ondan sonra kıskaç kapatılamadıysa suç kapatamayanlardadır."

Günümüze geldiğimizde, bu zaman ve bu mekandan baktığımızda Ayasofya meselesinde usulca hareket etmek gerektiğini düşünüyorum. Sayın Erdoğan'ın seçimlerden önce bir canlı yayında dediği gibi, önce isim değişir, giriş ücretsiz olur. Sonra sırasıyla millet kendi kendine namaza durur -ki halihazırda zaten içeride münferit olarak namaz kılınıyor- en sonda resmiyeten imam atanır olur biter. Tedricen yapılır. Vakvakları ürkütmeden..

Eğer bu önemli meseleyi oldu bittiye getirerek yaparsanız sonucu hiç istemeyeceğimiz boyutta gelişmelere sahne olabilir. Dünyanın bir çok bölgesinde Ayasofya'nın cami yapılmasını fırsat bilen batılı gavurlar buna tepki olarak kendi ülkelerindeki camileri kapatabilir. Zaten ufacık bir hata arıyorlar. Bir cami açarsın ama bin cami kapatırsın. Bu karar dünyada yaşayan tüm müslümanları etkiler. Kaş yapayım derken göz çıkartırsın. İyi düşünmek ve planlamak lazım. Ama mutlaka Ayasofya cami yapılmalıdır. Fatih'in kılıç hakkıdır. İstanbul'un fethinin sembolüdür. Mühürdür...

BİRAZ TEFEKKÜR

Şimdi gelin iyice bir düşünün...Siz bir insana şekil vermek isteseydiniz şu anki insanın haricinde, ona hiç benzemeyen ama aynı fonksiyonlara sahip (yeme-içme-duyma-görme-düşünme-tutma-yürüme-gülme gibi) kendinize özgü bir insan şekli verseydiniz nasıl verirdiniz? Mesela şu anki insandan daha mı estetik, ergonomik ve fonksiyonel olurdu...?

Bilimkurgu filmlerini izlediğimizde -ki bu film yapımcılarının ve senaristlerin bir çoğu ateisttir- orada insan harici farklı yaratıklar tasvir edip çizdiklerinde (uzaylı ya da robot v.s gibi) ne kadar kötü ve itici tasvirler yaptıklarını görüyoruz.. Ve ne kadar farklı çizimler yaparlarsa yapsınlar mutlaka başları yukarıda, kolları iki yanda, ayakları iki yanda ve altta.. gözleri ve kulakları yine bizimki gibi başlarında ama çirkin tasvirler yaptıklarını görüyoruz.. Ne kadar inkar ederlerse etsinler Allah'ın yarattığından apayrı bir şey yapamıyorlar.. İlla O'ndan kopya çekiyorlar.. Bu da onların ne kadar aciz olduklarının ve kendilerinin asla bir yaratıcı olmadığının, aciz birer kul olduklarının göstergesi.. Oysa her seferinde çıkıp tanrılık taslamayı da ihmal etmiyorlar...

İşte böyle tefekkür ederek anlıyoruz ki, bu çaresizlik bile Allah'ın bizi en güzel şekilde yarattığına ve O'nun ehad (tek) ilah olduğuna bir delildir...