Ali Kurnaz yazdı

Sühreverdî, Varlığın Ne olduğu ile değil Anlamıyla ilgilenmektedir. Bunu Heidegger 1927’de Varlık ve Zamanda anca kavrayabilecek ve yapacaktır.

Batı Ontoloji Geleneği Heidegger’e kadar varlığı tanımlamaya çalıştı fakat Sühreverdî’ye göre Varlığın anlamına elbet ulaşabilmeliyiz ki Heidegger’de devamlı bunun mümkün olduğunda ısrarcıydı.

Bu iki düşünüre göre Varlık bir ağaç yahut masa gibi tanımlanacak bir şey değildi, o kadar açık ki o anlam hemen gözümüzün önündeydi.

Bu bağlamda Sühreverdi’nin yaptığı bir diğer önemli iş, yokluğu da varlığın bir aşaması olarak kabul etmesiydi ki bu insanın varlık hiyerarşisindeki “mutlak otoritesini” reddetmek demekti.

Ölüm vardı ve insan buna yenilebiliyordu. Heidegger’de aynı düşüncelere sahipti ve o da bu fikrinden hareketle yeni bir “Teknik Düşünce” geliştirerek insanın doğa üzerindeki hâkimiyetini sorguladı.

Ve en önemlisi olarak Sühreverdî, felsefenin Platon ve Aristo ile bittiğine dikkat çekebilmişti.

Bu açıdan düşününce onu bir filozof mu yoksa düşünür mü olarak ele almakta bir soru olarak karşımıza çıkar –Tıpkı Heidegger’in kendisini düşünür olarak andığı gibi–

Sühreverdî’nin felsefesinin genel özelliklerini kavradığımıza göre bu isim bizim için neden önemlidir?

 Zira Sühreverdî “hikmeti” araştırabildi ve hikmet özü gereği büyük fotoğraftır. Sühreverdî, diğer İslâm Filozoflarının aksine dünyayı bir bütün olarak yorumlayabiliyordu ve onu bölük pörçük etmiyordu.

Her insanın yahut cismin aynı derecede otantik yani sahici-kendinden haberdar olmadığının da farkındaydı. Batı Ontoloji geleneğinin aksine onun varlık hiyerarşisinde bir itaat zinciri değil bir sevgi zinciri bulunmaktaydı. Varlıklar birbirlerine zorunlulardı ve birbirlerini etkiliyordu.

Bu evren her şeyiyle bir bütündü ve bizim Hümanist kavrayışlarımız bu yapıya tersti. İşte bu yardımlaşma ve karşılıklı sevgi, hikmetin özüne tekabül etmektedir.

Sonuç olarak Sühreverdî’ye göre Aristoteles ve Platon, bu hikmetin üstüne toprak atmışlardı. Fakat onun İşrak Felsefesinin ışığıyla hikmet tekrardan ışık gördü.

Heidegger ve Hegel’de zaten bu Batı Ontoloji geleneğinin itaat zincirini kırmaya çalışıyorlardı ve bu yüzden ikisi de doğu felsefesine yönelmişti.

Sühreverdî’nin, Arkadaşlarının ve Onun Peşinden Gidenlerin Ruhlarına Saygılarımla.