Ahmet Taştan yazdı

Genç yazar, kahramanlarını bize oldukça net bir şekilde tasvir ediyor. Biz onları yolda görsek tanırmışız zannına kapılıyoruz. Diğer ilginç bir cümlede şuydu ki beni de çok güzel tarif ediyordu: “Okuduğum her kitapta kendimi aradım. Okunan iyi bir kitap, hayat kurtarabilir.  Dağılan hayatı yeniden kurtarmak için kitaplarda çok parça var. Hayatı romanlara göre yaşamak insanı epey yoruyor. Keşke oturup sabahtan akşama kadar roman kahramanlarının arkalarından koşturacak kadar değersiz olsaydık...”

“İçimdeki ölüyü diriltmek için aşık oldum, ölü bir iken iki oldu.” “Dışlanmış bir gerçeğin içinde çırpınıyorum her şey olmaması gerektiği gibi.”

Benzer cümleleri altını çizmişken “çırılçıplak” kelimesinin üstünü çiziyorum. “Öptü” kelimesi gibi. Hayatın hakikatinde olan kelimelerin romanda, hele ki tavsiye edebileceğim bir romanda karşıma çıkması beni biraz tasalandırıyor. Kitabın bir yerinde roman kahramanı Gülbadem, evinde kaldığı ustası, padişahın ilimkârı Sunullah Efendinin kızını rüyasında açık seçik görmesi yazarı yadırgamak için yetti bana. Ne gerek vardı o kelimeyi yazmaya. “Güzel cümlelerin altını çizmek varken bir kelimeye mi takıldın?” diye soracak olanlara “zaten  bunca zamandır güzel kelimeleri yazıyoruz burada, takılmasaydım, yazamazdım herhalde” diye cevap veresim geliyor. Yazarımız, roman yazmaya gelmesine rağmen arada bir hikayeler yazmayı da deniyor yeni kiraladığı evinde.

Şimdi Besti Ninenin konuşmasını dinleyelim: “Ede kurban olduğum, ne iş görürsen oyanda? Kimin nevesisen sen?(yavrum Kurban olduğum o tarafta ne iş yapıyorsun? Kimin torunusun sen?”

Yalnız nene, oldukça kültürlü, çok kitap okumuşluğu söz konusu zamanında... Oralarda gezintiye çıkan yazarımıza yiyecek bir şeyler veriyor kaplar içinde ve ertesi gün kaplarını getirmesini tembihliyor. “Bu iyi kalpli, ağzı bozuk ve bir o kadar da komik kadının anlattıklarını, şevkle dinlerken çayımı onun gibi kıtlama içtim” biz de dinliyoruz onun anlattıklarını sayfalar boyunca yazarla beraber. 

"Besti Ninenin anlattığı masallarda, onlarca cariyesi olan bir padişah olmuştum. O hayalin içinde iken Doğu erkeğinin ne kadar modernleşirse modernleşsin bilinç altında harem imgesinden hoşlandığını fark etmiştim...” “Artık ölüler çürümüyor mezarda o kadar kimyasal şey yiyoruz ki toprak bile kabul etmiyor, dedi televizyondaki adam.” Çizdiğim diğer bir cümleydi bu da onlarcası gibi. Adam yazıyor, biz de çiziyoruz. 

Bu girişten sonra  Besti Ninenin evinde üstü örtülmüş kafesin içinde bir papağan vardı. “Adım Zencefil nam Şekerbaz’dır” diye konuşmaya başlayan bir papağan. “Besti kadın, bize kahve getir” diye ilk sözünü söylemiş ve bundan sonra roman boyunca varlığını hep hissettirmişti Zencefil isimli papağan. Ve papağan anlatmaya başlıyor....

Hindistan’da Gülbadem isimli Şah’ın vezirinin oğlu ile başından geçen tüm macerayı 300 sayfa boyunca anlatıyor.

Gülbadem’in ne kadar haşarı ve yaramaz olduğunu... Şah’ın onu İstanbul’a padişahın yanına göndermesini...  Osmanlı'nın Avrupa’dan geri ama Hindistan’dan ileri teknolojiye sahip olmasından ötürü demesini... Orada ilim talep etmesi gerektiğini... Okudum, okudum. Zencefil isimli bu yaramaz, ziyankâr papağan da bir hile sonucu yanına katılıyor ve kader arkadaşı olarak çok kalıcı dostluklar kuruyorlar.

Gülbadem’in İstanbul’da saraya gelişi padişahın onu büyük ilimkâr Sunullah Efendinin yanına teknik alanda gelişmesini sağlaması için göndermesi... Öncelikle Sunullah Efendi ile geçinememesi... İlmî güç gösterisi sonrasında bir olay sebebiyle onu çok sevmiş olması... İstanbul’un değişik semtlerinde değişik arkadaşlar bulması... Gülbadem’in aşırılıklar yapması dolayısıyla Sunullah Efendinin azarlaması ve zamanla sevmesi...  Sonra sarayda, gökten uçan ve bomba atan bir aletin yapma fikrini ortaya atması... Bu arada Sunullah Efendinin bir suikaste kurban gitmesi... Osmanlı padişahına isyan ederek onu tahtan indirip değiştirmek isteyen Ruhhane isimli bir binada Ruhsar isimli kadınla  görüşmesi. Ruhsar’ın sırlarını Zencefil ve Fülfül ile birlikte karanlık yapıyı/çeteyi fark etmeleri...

 İpek Böceği nam dünya güzeli -ki oldukça etkileyici betimlenmiş- bir kıza Ruhhane’de denk gelmesi onu çok sevmesi, aşık olması... Gülbadem’in, Ruhsar’ın, İstanbul’da terör estirmek için gizli suikastlarla öldürdüklerinin kafa taslarını gizli odada bulması... Mumyalanmış gibi buz kalıbı içinde dondurulmuş Ruhsar'ın önce hocası sonra sevgilisi Adolfo’nun cesedini keşfetmesi... Gülbadem onun Padişahı tahtan indirmek için yaptığı cinayetleri, ona ödetmesi... Kurduğu bütün tuzakları bertaraf etmesi... İnsan ruhu ile renklerin alakası hakkında çok geniş bilgilerin verilmesi...

Gülbadem'i kendisine bağlanması için üstadı Sunullah Efendi’yi öldürdüğünü söyleyen Ruhsar’ı işkence ile sırlarını öğrenmesi ve can dostu papağanı Zencefille yolların ayrılması...

Ve Zencefil işte bu köyde Besti Ninenin evinde kalması ve bütün bunları yazarımıza anlatması... Roman dediğiniz budur, ama altını çizdiğim, kıyısına not düştüğüm, o kadar çok satır var ki hepsini burada söylemeye kalksam, zaten kitabın çeyreğini bitirmiş olursunuz.

Bazı kelimeleri  göz ardı ederseniz, ısrarla okumanızı tavsiye edebilirim