Daha çok küçücüktü, akranları oyunda oynaştayken o evde annesine hizmet ederdi. Annesinin kendine göre bir disiplin anlayışı vardı, onun bir hatasını gördüğünde cezalandırmak üzere yanında bulundurduğu ya terlikleri ya oklavayı ya da başka bir nesneyi fırlatırdı ona doğru. Berengül, annesinin asabi haline alışmıştı, sağına soluna, kafasına koluna, bacağına beline denk gelen nesneler gri demir izleri bırakırdı vücudunun görünmeyen yerlerinde. Annesi Balkırgül'ün asabi davranışını küçücük yaşıyla çözmeye çalışıyordu ama çözemiyordu. Yaşı küçük olmasına rağmen yediği sopalar olaylar karşısında onun daha bir olgun davranmasını sağlıyordu ancak bazen karşı karşıya kaldığı olumsuz olaylar karşısında göstereceği tepkilerin doğruluğunu ya da yanlışlığını, güzelliğini ya da çirkinliğini, kötülüğünü ya da iyiliğini ayırt etmekte güçlük çekiyordu.

Balkırgül, isminin gülünü atmış yağmurdan sonra açması gereken güneş olmayı unutmuş, hareketleriyle ve sözleriyle her zaman Berengül için güneşi açmayan, gülü solan şiddetli yağan yağmur olmuştu. Balkırgül, hamile kaldığını öğrendiğinde eğer kızım olursa ismini Berengül koyacağım, ismi gibi hem güçlü, hem akıllı olsun hem de gülünü benden alsın. Bu duygular içinde sağlıklı bir hamilelik dönemi geçiren Balkırgül, doğumdan sonra duyguları ters yüz olmuştu. Kızını sevmediği nesnelerin ya da kişilerin yerine koyar "Seni dokuz ay karnımda gezdirdim, hay gezdirmez olsaydım." sözleriyle Berengül'ün üzerine kabus olurdu. Balkırgül'ün şiddetli, hiddetli, davranışlarına ne eşi, ne akrabaları, ne komşuları ne de dostları bir anlam veremezdi.

Berengül'ün saçları, ayın on beşi parlaklığında altın sarısıydı; rengini yakuttan almış gibi yakıcı bir yeşilliği vardı gözlerinin; kadife yumuşaklığında, parlak bir cilt yapısıyla ala bir güzelliğe sahipti. Berengül'ün alımlı güzelliğine bakan bir daha bakardı ancak annesine bu güzellik bir şey ifade etmiyordu.

Balkırgül'ün şiddetli, hiddetli ve tutarsız davranışları, Berengül'ün kararsız tutumlar göstermesini sağlıyor, tek başına karar vermesini engelliyordu. Berengül'ün kararsızlığı, hoş ve boş vakit geçirmek isteyen arkadaşları için bulunmaz eğlence mezesi ya da alay konusu oluşturuyordu. Berengül, isminin anlamına uygun davranışlar gösteremiyor, zihninin derinliklerinde bilinmezlikler içinde yüzüyordu. Yapacağı olumlu davranışlar belki sorunlarının çözümüne yardımcı olabilirdi ancak annesinin üzerinde kurduğu baskılı tutum olumlu davranışlar sergilemesini engelliyordu.

Balkırgül alışveriş yapmak için gittiği markette çok beğendiği sedef saplı bir bıçak gördü onu satın aldı, alışverişini tamamladı, eve döndü, Berengül'e teslim etti. Bıçağı yalnızca kendisi için yapılacak işlerde kullanmasını tembih etti, başka kimsenin kullanmasına izin verilmemesini istedi. Balkırgül'ün alışverişi kendince zevkli geçmişti, zihninin içi hayatın ağır yükünden adeta kurtulmuş gibiydi. Hayatın çok da çekilmez olmadığını anlamaya başlamış, dizinin dibinde duran dünyanın en büyük sevgi kaynağı çocuğunun varlığını yüreğinin derinliklerinde hissetmeye başlamıştı. Güzel duygularının zihninde oluşturduğu mutluluk anını taze çekilmiş kahvenin köpürmüş telvesini höpürdeterek içmek, o anı adeta kutlamak istiyordu. Berengül'den sade bir kahve yapmasını istedi.

Berengül annesinin yumuşak huyuna alışık değildi, onu kızdırmadan biran evvel kahvesini sunmak için hemen ocağın başına geçti, suyu cezveye koydu, kahvenin ağzını yeni alınmış sedef saplı bıçak ile açtı, bıçağı ocağın yanına bıraktı. Annesinin mutlu havasını bozmadan kahvenin yanına başka yiyecekler de servis etmek için hazırlığa başladı, işlerini bitirmek üzereydi ki keskin bir yanık kokusu etrafı sardı. Balkırgül oturduğu salondan kokuyu alır almaz mutfağa koştu, kokunun kaynağının bıçağın sedef sapının yanmasından kaynaklandığını gördü. O anda bütün mutluluk duyguları kayboldu, gözü karardı, bıçağı aldığı gibi kızının üzerine yürümeye başladı. Berengül korkudan ne yapacağını bilemedi, mutfaktan çıkıp bahçeye doğru koşmaya başladı. Balkırgül sapı sıcaktan zara görmüş bıçağı aldığı gibi arkasından fırlattı, Berengül'ün kalçasına saplandı. Berengül, yavrusunu avcılara kaptırmış kurt gibi uludu, bağırdı, feryadı figan etti, kökünden kesilen ağaç gibi olduğu yere yığılıp kaldı. Bu bile Balkırgül'ün hiddetini hala geçirmemişti, bağırmak, haykırmak, yine bir şeyler fırlatmak istiyordu ama o gücü kendinde bulamadı. Balkırgül'ün gözü karardı, tansiyonu yükseldi, şuuru kayboldu o da yere yığılıp kaldı, sinirden ne söyleyeceğini, nasıl davranacağını bilemiyordu. Kalkmak, kızına vurmak, hıncını almak istiyordu ama kelepçelenmiş gibi kollarını oynatamıyordu. Savaş şiddetinde ki ortam bir anda ıssız sessizliğe bürünmüştü, olayı duyan Fazıl bir nefeste eve gelmişti. Bir yanda kanlar içinde kızını diğer yanda severek evlendiği eşinin yığılıp kaldığını görünce beynine çivi saplanmış gibi acı hissetmeye başladı. Sabırlı olmak zorundaydı, telaşlı duyguların kimseye faydası olmayacaktı, soğukkanlı davranmak zorundaydı, o da öyle yaptı her ikisini acilen hastaneye kaldırdı.

Berengül'ün bıçak yarasına dikiş atılarak tedavisi yapıldı, babasıyla evine gönderildi. Balkırgül'e Doğum Sonrası Depresyon tanısı konuldu, uzun süre ruh ve sinir hastalıkları bölümünde tedavi gördü, iyileşti. Şimdi eskiden yaşadıklarını hatırladıkça pişmanlığı gözlerinden kaynak olup akıyor. Geçmişin izlerini silmek için kızını her gördüğünde onu çok sevdiğini söyleyerek, doya doya sarılıp geçmişin acısını çıkarıyor.