Yanıp tutuşuyorlardı Batılı olmak için.Batılı kavramların uğrunda ölmeye razıydılar.Hürriyet, musavat(eşitlik), özgürlük gibi kavramlarla hergün adeta zikir çekiyorlardı.Osmanlı'nın son dönemindeki batıcılardan bahsediyorum.Ki bu düşüncedekiler daha sonra İttihat ve Terakki Fırkası olarak örgütlenmişlerdi.

Osmanlı'nın zayıflama sebeplerini yeterince analiz edemeyen bu zümre, batıdan geri kalma nedenimizi kültürümüz ve inancımız olarak zannettiler ve milli olan herşeyi dışlayıp yerine batılı olan herşeyi koymak istediler.Böylece tekrar eski parlak günlerimize döneriz zannettiler.

Böyle zannetmelerinde, elbetteki batılı ülkelerin kendilerine verdiği parasal desteğin, batılı ajanların ve batı işbirlikçisi olanların da etkisi vardı.Fakat batı aşkı gözleri o derece kör etmişti ki içlerindeki bu art niyetlileri bir türlü göremiyorlardı.Neticede, ülkeyi geliştirmek niyetiyle yola çıkanlar, günün sonunda batıya hizmet eder, batının planlarında yerli ortak olarak çalışır hale geldiler.

Olaylara günübirlik yaklaşan, olayları derinlemesine irdelemeyen ve büyük planları görecek bir ufka sahip olmayan bu batıkafalı kesim, "Abdülhamid gitsinde ne olursa olsun" diyen başka kesimlerle de ittifak etti, 1909 darbesiyle Abdulhamid'i iktidardan gönderdi.Ülkede yönetim bu olaydan sonra büyük oranda İttihatçı zihniyetin eline geçti.1913'teki Bab-ı Ali baskını sonrası ise ülke yönetimi tamamen İttihatçı kontrolüne girdi.

Peki yönetimi alınca ne yaptılar, işler daha iyiye mi gitti? Maalesef hayır.Zira ülke yönetecek çapları olmadığı gibi böyle bir hazırlıkları da yoktu.Nitekim, kendilerine: "Abdülhamit tahttan indi, şimdi ne yapacaksinız" şeklindeki soruya, "Bilmiyoruz, biz sadece O'nu indirmek istiyorduk, sonrasını düşünmedik" demişlerdi.

Sözde eşitlik, özgürlük diyerek yönetime gelen İttihatçılar, kendileri gibi düşünmeyenlere bırakın fikir hürriyeti tanımayı, yaşama hakkı bile tanımadılar.Pek çok muhaliflerini sokak ortasında infaz ettiler, adeta terör estirdiler.

"Özgürlük" maskesi altında, Osmanlı düşmanı olan isyancı çetecilerin önünü açtılar. Uyguladıkları dış politikayla önce Trablusgarp, sonra Balkanlar elimizden uçtu gitti.Ardından girilen 1.Dünya Savaşı sonrasında ise elimizdeki son toprak parçası Anadolu da işgal edildi. Tüm bunları yaparken, ülkeye hizmet edeceğiz niyetindeydiler, ama aslında emperyalistlere hizmet ediyorlardı.Ve emperyalistlerin en büyük planlarından biri olan, Osmanlı'yı parçalama planına alet oluyorlardı.

İttihatçılar'ın üç lideri'nin, yani Enver, Talat ve Cemal Paşalar'ın 1.Dünya Savaşı sonrasında, ülkeden kaçtıklarını da hatırlatalım.Demekki ülke yönetmek bakkal dükkanı yönetmeye benzemiyormuş. Demekki dünya siyasetini bilmeden, dünya siyasetine yön verenlerin asıl amaçlarını bilmeden ülke yönetilmiyormuş.Bunu anladılar sonunda, ama iş işten çoktan geçmişti, ortada bir devlet kalmamıştı.Milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, milyonlarcası yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştı.Ne uğruna, üçbeş batı uydurması kavram uğruna, batılılara yaranma uğruna.

Dünyanın en önemli ve bu nedenlede en zor coğrafyasında yaşarken; günübirlik kaygılarla hareket etmenin, batılıların kavramlarını kutsallaştırıp, batının asıl amacını görmemenin, batı kaynaklı yalan ve iftiralarla hareket etmenin, batı kuklası isyancıları ve çetecileri sahiplenmenin bedelini ağır ödedi bu millet.

Dışı hoş içi boş üç beş batı kavramını kutsallaştırıp, asıl kutsallarımızı ve devletimizi o kavramlar uğruna kenara atmak, tarihimizdeki büyük yanılgılarımızdan biri olmuştur.

Neye niyet ettiğimizi gözden geçirirken, o niyetlerimizle aslında kime hizmet ettiğimizi iyi düşünmeliyiz.Batı felsefesine veya o felsefenin yapmacık kavramlarına değil, batılıların sömürgeci amaçlarına odaklanmalıyız. Müslüman Türk milletini, bin yıldır Anadolu'dan atmak için çabaladıklarını aklımızdan çıkarmamalıyız.Safımızı seçerken saflık yapmamalıyız.