Şampiyonluk yaşamış ünlü bir tenisçi, milyonda bir görülen bir hastalığa yakalanmış. Hastanede yatarken ziyaretine gelen bir arkadaşı kendisine:

"Milyonda bir görülen bu hastalığa yakalandın, bu kadar kişi arasından neden ben tanrım" diye sitem etmiyor musun? " diye sormuş. Tenisçi şu cevabı vermiş:

Bak dostum, dünyada tenise bm5 milyon kişi başlar, bunlardan 500 bini devam edebilir. Onlarında içinden ancak 5 bin tanesi profosyonel olur. O 5 bin kişiden ancak 100 tanesi büyük turnuvalara katılır ve onların içinden sadece bir kişi şampiyon olur. Ben şampiyon olan o bir kişi olduğumda "bu kadar kişinin içinde neden ben şampiyon oldum tanrım" diye sormadım ki, şimdi hastalanınca "neden ben tanrım" diye sorayım.

Sahip olduğumuz nimetlerin kıymetini bilmek ve şükretmek konusunda maalesef çok ketum davranırken, söz konusu şikayet etmek olunca bülbül oluyoruz. Oysaki bakış açısı yukardaki o Hristiyan tenisçi gibi olmalıdır.

Sağlık, sıhhat, vatan, yiyecek içecek başta olmak üzere öyle çok nimetlere sahibiz ki, saymaya kalksak bitiremeyiz. Sahip olduklarımıza kıyasla sahip olmadıklarımızın çok önemli olmadığı bir gerçektir.

Tüketim çılgınlığından beslenen kapitalizmin kitabında kanaat etmek değil doyumsuzluk yazar, şükretmek değil asi olmak yazar. Doyumsuz olmanın, hep daha fazlasını istemenin doğal sonucu ise sürekli yakınmak ve şikayet etmektir.

Ki, çağımız insanının en büyük psikolojik yüklerinden birisidir bu ruh hali. Bu ruh halinin, gerekli gereksiz tüketmeye sürüklediği insanlık, doğal olarak, maddi olarak da yıpranmaktadır.

Kapitalist anlayış, sahip olduğu MEDYA BÜYÜSÜ ile zihinleri yönlendirmekte, herşeyi maddi çerçevede sunarak insanları adeta robotlaştırmakta, insanı insan yapan duyguları ve manevi olguları törpülemektedir.

Çağdaşlık maskesi altında pohpohlanan bu insan tipi, mutsuzdur fakat mutsuz olduğunu farkedecek kadar bile düşünce üretmekten acizdir. Zira nasıl ve neleri düşüneceğimize kapitalist ruhlu medya karar vermektedir.

Tüketmek tek mutluluk kaynağı olarak sunulunca, tüketim aracı olan para tek amaç haline gelmekte, adeta ilahlaşmaktadır.

Para kazanmak için cinayet işlemekten zehir tacirliğine, hırsızlıktan dolandırıcılağa, insan şerefini beş paralık eden videolar çekmekten, insanları kazıklamaya kadar pek çok olumsuzluk toplumları zehirlemektedir.

Kazıklamak demişken: kapitalizmin, aslında herkesin birbirini kazıklamaya çalıştığı ama kimsenin çaktırmadığı bir düzeni/düzensizliği normalleştirmenin adıdır.

Şükretmemek tüketim hastalığına, tüketim hastalığı şikayete, şikayet sahip olmak iç güdüsüyle paraya tapmaya, paraya tapmak ise paraya ulaşmak için her yolu mubah görmeye yol açar. Hal böyle olunca bireyler de toplum da huzursuz oluyor, mutsuz oluyor.

İşin kötüsü, mutsuzluğu gidermenin ilacı olarak, medya büyücüleri bizi sürekli tüketmeye yönlendiriyorlar. Çok susayan birisine sürekli olarak tuzlu su vermek gibi bir kısır döngünün ve yanılgının pençesinde kıvranıyor insanlık.