"Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki adalet sahibi kişi aranızda şahitlik etsin. Yahut seferde iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan, başka iki kişi (şahit olsun). Eğer şüpheye düşerseniz o iki şahidi namazdan sonra alıkorsunuz; «Bu vasiyet karşılığında hiçbir şeyi satın almayacağız, akraba (menfaatine) de olsa; Allah (için yaptığımız) şahitliği gizlemiyeceğiz, (aksini yaparsak) bu takdirde biz elbette günahkarlardan oluruz» diye Allah üzerine yemin ederler. (MAİDE 106)

Sahip olduğumuz hiçbirşey bizim değil aslında. Var O'nun, Varlık O'nun. Yerin ve göklerin Mülkü Allah'a aittir. Sahip olduğumuz herşey bize emanet. Canımız bile... Ve birgün O da alınacak bizden.

Ölüm, kim bilir nerde, nasıl? Bilmiyoruz. Ancak ölümcül bir hastalığa yakalanan, ya da ölümcül bir yara alan, yakında öleceğini tahmin edebilir. Her an ölebiliriz. Ancak hastalık, yaşlılık ölümün birer habercileri. Bazen öyle bir haberci hastalık ya da yara bulur ki bizi anlarız o zaman; yolculuk vakti yaklaşmıştır. İşte bu durumda yapılacak en önemli şey: Tevbe ve istiğfardır. Teslimiyet ve sabırdır.

Bu durumda vasiyette bulunmak da en güzel şeylerden biridir. Bize emanet verilen dünya malını, geride kalanlara vasiyet edip emanet etmek iyi olur. Alacak vardır, borç vardır. Miras konuları vardır. Geride fitne bırakmamak lazım... Bu açıdan işaretleri ortaya çıkan bir ölüm yolculuğu nimet ve ikram sayılır aslında.

Doğrusu ben aciz, hastalanmadan, elden ayaktan düşmeden, kullara muhtaç olmadan , kimseye eziyet vermeden, iman ile, birden ruhumu teslim etmek isterim. Duam bu yöndedir. Öyleyse sağlık afiyette iken vasiyet yazmakta fayda var. Bu satırları yazarken vasiyetimi yazmış değildim. Ancak yapılacaklar listemin başında yer alıyor bu konu. Allah nasib ederse en kısa sürede vasiyetimi yazacağım. Gerçi dünya malı konusunda vasiyet yazma imkanı bulamasak da, miras ayetleri bu konuda en ince ayrıntısına kadar açıklama getirmiş ve hüküm koymuştur.

Vaiyette; alacak verecek, mali konular, miras paylaşımı gibi konular varsa; ihtilaf ve haksızlık yaşanmaması için iki adil şahid'in bulunması en güzelidir.Şahid konusu, K.Kerim'de dikkat çekilen önemli konulardan biridir. Bu Ayet-i Kerimeye göre; Ölen kişinin vasiyeti kayda geçmeli ve şahitler huzurunda resmiyet kazanmalı. Bakara suresinin 282. Ayetinde de, borçlar konusunda kayıt altına alma ve şahitler konusu geçmektedir.

Yine Bakara suresinin 282 ile 237. ayetleri arasında boşanma konusunda resmiyet ve şahitler konusu dikkat çekmektedir. Şahitler adaletli olmalı. İki kişi olmalı. Mümin olmalı. Yolculuk, yurt dışında bulunma vb sebeplerle iki Müslüman şahit bulunamazsa, Müslüman olmayan yabancılar da şahit yapılabilir.Vasiyet ve şahitlik konusu o kadar önemlidir ki; Allah (c.c.) şahitlerin nasıl yemin edeceklerini bile açıklamıştır.

Bu Ayet-i Kerime'nin iniş sebebi olarak şu olay rivayet edilmektedir: Temim ed-Dari ve Adi b. Bedda isminde sürekli Mekke ve Medine'ye gidip gelen Hristiyan iki tacir vardı. Bir ara Beni Sehm kabilesinden bir genç de onlarla beraber ticaret için yola çıkmıştı. Genç hiçbir müslümanın bulunmadığı bir yerde vefat etmek üzere iken bu iki adama vasiyette bulunmuştu. Onlar da kendilerine emanet edilen malları ailesine getirip teslim ettiler. Yalnız altın kaplamalı gümüş bir bardağı kendilerine sakladılar. Resulullah Efendimiz (s.a.v) onlara, bir şey saklamadıklarına ve bir şey almadıklarına dair yemin ettirdi. Sonra söz konusu bardak Mekke'de bulundu. Bardağın yanında bulunanlar onu, Adi ve Temini'den satın aldığını söylediler. Şehm kabilesinden iki adam, bu bardağın vefat eden akrabalarına ait olduğuna dair yemin ettiler. Böylece Resulullah Efendimiz (s.a.v) o altın bardağa el koyup miras sahiplerine teslim etti. Daha sonra Temim ed-Dari Müslüman oldu ve tevbe edip şu itirafta bulundu: "Allah ve Rasulü doğru söylemiştir, o altın kabı ben almıştım." Mirasçılarla da görüşüp helalleşti ve üzerine düşen hakkı ödedi.