Bir haberin doğruluk oranlarını 100 basamaklı bir sınıflandırmada şöyle gösterebiliriz:

Haberin gerçeklikle ilgisi %0 oranında ise o haber yalandır. Gerçeğe %1-49 oranında işaret ediyorsa vehim, %50 oranında işaret ediyorsa şekk -kuşku-%51-89 oranında işaret ediyorsa zann, % 90-99 oranında işaret ediyorsa zannı galip, %100 oranında işaret ediyorsa yakîndir.

Bir haber yakîn aşamasında olursa bilgidir. Bilgi doğruluğu kesin haberdir. Vehimden uzak olması bir yana zandan bile uzaktır. Rabbımız şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakının. Zira kimi zanlar günahtır.” [1]

Kuşkudan daha aşağı bir düzeyi ifade eden vehim dalaletin, sapkınlığın göstergesi olan bir yetenektir.  Gerçeğin yalan olduğu ya da yalanın gerçek olduğu haberi birer sapkınlık örneğidir.

Vehim Arapça bir sözcüktür. Kuruntu, iki önermeden tercihe uzak ve haberin gerçeğe en zayıf olanı demektir. Vehmin çoğulu evham, aynı kökten türeyen tevehhüm ise bir şeyin varlığına ilişkin ikircilik anlamına geldiği gibi duyusal bir formun maddesi ortadan kalktığı halde o formu algılayan güce de vehim denir. Bu güç bütün plan, program ve projelerin başıdır. Hayra da şerre de işler. Bu gücün kontrolsüz türü doyumsuzluğu doğuran uzun emeldir. Irk anlamında değil Siyonizm anlamında Yahudilik tam da bu tanımın karşılığıdır.

Ataullah el-İskenderî şöyle der: “Sana vehim kadar boyun eğdiren hiçbir şey yoktur.” Çünkü doyumsuzluk vehimden doğar. Vehme tutsak olan salik belaya uğrar. Zira ona yokluktan ibaret olan vehimden daha çetin bir engel yoktur.

Vehmin evrensel aynası İblis, küresel aynası siyonizm, ulusal aynası şer güçlerin elindeki ekonomik, politik, medyatik kurumlar, bireysel aynası kuruntuya kapılan herkestir. 

Vehim Yahudi karakterinin belirgin bir özelliğidir. Bu özelliğin çetinliği, insanı doyumsuzluğa düşürmesinden kaynaklanır. “Ben seçilmiş bir ırkın mensubuyum.” inancı vehimden kaynaklanan çok tehlikeli bir haldir. Zira bu hal hakkaniyetten sıyrılmak, bütün iyi niteliklerin kendi tekelinde olduğunu vehmetmektir.

Yahudilerdeki vehmin örneklerinden biri arz-ı mev’ûd konusudur. Filistin topraklarının kendilerine vaad edildiğini vehmederek zulme yelteniyorlar.

İkincisi milyonlarca Polonyalı, Slav ve Roman’ın da katledildiği bir faciayı sadece kendilerine dönük bir soykırım gibi vehmederek politik amaçlarına sermaye ediyorlar.

Roger Garaudy İsrail Sorun adlı eserinde şöyle der: “Holokost holokost diye diye İsrail devletinin sadece varlığı değil yöneticilerinin siyasetinin herhangi bir aşırılığı da onların suistimalleri de haklı ve mazur gösterilmek isteniyor… Her şeyden önce Holokost kelimesi dini bir hava, dini bir renk taşımaktadır. Çünkü bir veya birkaç kurbanı bir ilah adına kurban etmekten ibaret olan dini fedakarlığa Holokost denir. Hitlerin Yahudilere karşı işlediği cinayetin hiçbir dini niteliği yoktur. Çok geniş bir bütün içinde yerini alan siyasî bir meseledir. Bu durumda holokosttan söz etmek 60 milyondan çok insanın öldürüldüğü bir savaşta Hitlerin kurbanlarının bütününden Yahudileri bir kez daha ayrı tutmak, apayrı bir yere oturtmak olur… Acaba ölüm niçin insanlığın bir tek bölümü için “kutsal” bir nitelik taşıyor?”  

Bu seçkincilik ve ayrımcılık Garaudy’nin diliyle bir katliamın sadece Yahudi tarihine ait olduğuna insanları inandırmaya çalışmaktır. Onu ezelî ve ebedî ilahî seçkinlikten kaynaklanan ezelî ve ebedî bir zulmün bir anı olarak göstermeye yeltenmektir. Yahudi heyetleriyle yapılan bir toplantıda Ariel Şaron’un “Kendi dışımızda kalan dünyadaki herkesten her şeyi isteme hakkımız vardır.” demesi anlatılan vehmin açık bir göstergesidir.

Her şeyi isteme hakkı Yahudi olmayanların canlarını da içeriyor. Onlardaki öldürme içgüdüsü mevhum Tevrat’la alalayıp kılıfladıkları kontrolsüz çıkarlarına dayanıyor.

İşte vehmedilen Tevrat’tan bazı bölümler:

“Şimdi git Ameleklilere saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.”[2]

“Ne mutlu senin yavrularını tutup kayalarda parçalayacak insana.”[3]

“Atalarının suçundan ötürü Babil Kralı’nın oğullarını boğazlamak için yer hazırlayın.”[4]

“Yaşlıyı, genci, genç kızı, kadını, çocukları öldürün.”[5]

“O kentte yaşayanları kesinlikle kılıçtan geçireceksiniz. O kenti yok edip orada yaşayan bütün halkı ve hayvanları kılıçtan geçireceksiniz.”[6]

“İsrailliler Benyamin kentlerine döndüler; İnsanları, hayvanları oradaki bütün canlıları kılıçtan geçirdiler, rastladıkları bütün kentleri ateşe verdiler.”[7]

“Tanrımız Rab onu elimize teslim etti. Onu, oğullarını ve bütün halkını yok ettik.”[8]

Görüldüğü üzere Yahudilerin, Tanrı’nın kitabı olarak vehmettikleri Tevrat’ta “öldürmek” ibadet sayılmaktadır.

Kısaca, politik Yahudiler “seçilmiş” insanlar olduklarını vehmederler, yeryüzünde yaşama ve yayılmanın sadece kendi hakları olduğunu vehmederler, Yahudi olmayanları öldürmenin ibadet olduğunu vehmederler. Hiç ölmemek için hep öldürürler. Velhasıl Yahudi vehmi vehnin çocuğudur.

Yahudi yaşamaya haristir, yaşamı besleyen her şeye haristir. Ona haris olduğu oranda ondan kopmak istemez, onu kaybetmek istemez, ondan ayrılmamak için her kötülüğü işler.  Rabbımız şöyle buyurur: “Onlara, ‘Eğer Allah katında ahiret yurdu diğer insanlara değil de yalnız size ait ise ve bu iddianızda doğruysanız haydi ölümü isteyin bakalım!’ de. Kendi elleriyle yapıp ettikleri işler nedeniyle hiçbir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir.” [9]

Nitekim vehnin ne olduğunu soran bir adama Allah’ın resulü şöyle cevap verir: “Vehn dünyayı sevmek, ölümü kötü görmektir.” [10] 

Yakin ile vehn arasında tam bir zıtlık var. Kuşkularla boğuştuğumuz bu dünyada vehm ve vehn altın çağını yaşıyor, Ebu Cehil kıtaları dolaşıyor, İblis en özgün şeytanlığını icra ediyor. İnsanlık olarak hevamız kabardığı kadar hayamızı kaybediyor, hiddet ve şehvetlerde boğuluyoruz.

Vehmin de vehnin de görünen yüzü İsrail, gücü Batıdır. İkisi de ateştir. Hürriyet ve iffeti yakar. Vehme düşen de vehne düşen de cehenneme düşer. İki cihan aydınlığı ancak yakini kuşanarak vehimden de vehinden de kurtulmakla mümkündür. Kendimizi aldatmayalım. İçimizdeki dışımızdaki İsrail’den kurtulmadıkça hürriyet ve iffetimizi koruyamayız. Aydınlık, gerçeği kuşanarak vehimden de vehinden de kurtulmakla mümkündür.

7 Ekim 2023 tarihinden bu yana Gazze’de işlenen cinayet din kılıfıyla sunulan seküler ve politik bir vehmin eseridir. Gazze bu vehmin en aşağılık eylemselliğinin alanlarından biri, insanlığa yaldızlı ambalajlarla sunulan değer, ilke ve ölçülerin birer yalan olduğunu ortaya çıkaran bir ışık oldu.

Biz ıslah edicileriz diyen bozguncuların maskelerini düşürdü, kamuflajlarını dağıttı, sözüm ona evrensel söylemleri paçavraya çevirdi. İnsanlığın sahte ve sanal bir senaryoyla uyutulduğunu ortaya çıkardı.

Müslüman, nefsini terbiye ederken zulmün küresel, ulusal ya da bireysel yansımalarına kayıtsız kalmaz. İçindeki zalimi halletmeden dışardaki zalimle uğraşmak boşunadır gibi şeytanî fısıltılara kulak vermez. Çünkü zulmün iç ve dış yansımaları birbirini destekler.

Tabiatının zincirini kıramamış Müslüman dışardan gelecek şehvet ve hiddet vesilelerine her zaman açık olduğu gibi nefsini ıslah etmeyen Müslüman da içeriden gelecek heva ve heves gibi şeytanî dürtülere her zaman açıktır.

Gazze hürriyet ve iffet bağlamında hepimize düşürülen bir ışıktır. Müslümansak “Boş verin dış etkenleri, kendimize bakalım.” demeyiz. Bir yandan üzerimize düşeni yaparken bir yandan gönlümüzden yakarışımızı düşürmeyiz. İlmî ve fiilî görevlerimizi yaparken niyazımızla da rabbımıza sığınırız. Yakarışımızla da eylemimizle de Hakk’tan adaleti talep eder, fiilî bir kahhariye üzere bulunuruz.

Ey rabbımız! Mazlumun zalimden intikamını bizimle al. Zalimlere kahrını bizimle ulaştır. Mazlumlara inayetini bizimle ulaştır. Gafillere hidayetini bizimle ulaştır…

-----------------------------------
[1] Hucurat, 12.

[2] Samuel, 15/2.

[3] Mezmurlar, 137/8.

[4] Yasaya 14.

[5] Hezekiel, 6.

[6] Yasa Kitabı, 13/15.

[7] Hakimler, 20/48.

[8] Yasa Kitabı, 2/33.

[9] Bakara, 94, 95.

[10] Ebu Davud, Melahim, 5.