Musaların memleketi, Firavunlar beldesi Mısır. O mekanlarda iyi de kötü de hakim olmuş. Ancak şu günlerde iyi ve güzel insanların üzerinde kara bulutlar esmekte. Şimdi beraberce düşünelim. Öfkemizi, kızgınlığımızı hangi kelimeyle, hangi kavramla haykıralım bilemiyorum. İç yangınımızı ifade edecek kelimeleri, Türkçenin en hacimli sözlüklerinde arayalım. “A” harfinden başlayarak “Z” harfine kadar kötü, iğrenç, nefret edici her kelimeyi tek tek yazalım bir kıyıya. Ve sonra hepsini Mısır’da darbe ile iktidara gelen Sisi isminin önüne yerleştirelim. Sıkıntımızın dindi mi? “Hayır” Onların berbat ve pis suratlarına çarpılmış kelimeleri bir yana koyalım ve şimdi de o yiğit insanların güzel cümlelerini düşünelim. “Bu idamlar bizim için bir şereftir!” diyenleri. İhvan-ı Müsliminin önde gelenlerini; onlar ki Hasan El Benna gibi, Seyyid Kutup gibi, Abdulkadir Udeh gibi öncülerin dizi dibinde yetişmiş insanlardır. Dar ağaçlarından yol bularak cennetlere uçmak için cehd eden yiğitleri. “Gayemiz Allah, Önderimiz Rasûlullah, Düsturumuz Kur’an-ı Kerim, Yolumuz Şehadet ilkeleriyle doğmuş, büyümüş ve yaşamış insanlar. Kitabın, “Sizden öncekilerin başına gelenler, sizlerin de başına gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?” ayetini ezberden okuyorlar. “Senden önceki nebilerin başına gelenler” diye Efendimiz (sav)’i uyaran Rabbimiz bizleri de uyarmış oluyor aslında. İnsanlık tarihinin en köklü mücadelesi budur: Hak Batıl mücadelesi. Küfür, tek millettir. Onlar içlerindeki öfke ve kin ile devamlı düşmanlık yaparlar. Onların bize dost göründüklerine asla inanamamalıyız. Onlar, çıkarlarının dostudurlar. Onlar kendi tanrılarının kuludurlar, heva ve heveslerinin peşinde sürüklenirler. Ama şahadet yolcuları bir aslan gibidir demir parmaklılıklar arkasında. Onlar zalimin kafesinde içi inanç dolu bir dik duruş sergilerler. Kurulan sahte mahkemeleri reddederler. Bizler de ipi çekecek elleri kırmalı ve bertaraf etmeliyiz. Mısır sanki Türkiye’nin bir şehri. O kadar derin yankı buluyor ki. Nasıl olmasın? Yıllarca onların güzel eserlerini, tefsirlerini okuyarak büyüyen nesiller var artık Anadolu’da. İhvan Anadolu’yu bilir, Anadolu İhvan’ı tanır. Sevgi ve muhabbetler kucak kucak. Rabia meydanlarındaki direnişin nöbetini İstanbul devam ettirmedi mi? Orada binlerce insan demokrasinin yok edilmesiyle yok edilmedi mi? Buradan “demokrasi dersi” öğretmendik mi? Nedense Filistin ve İhvan meselesi her zaman yüreğimizin derininde yer alıyor Anadolu insanı, inanç bağı kurduğu bu topraklara hiç yüz çevirmedi. Elinden geleni, gönlünden kopanı, dilinden döküleni bağışladı o topraklara. O beldeler bizim için kutsal beldelerdi çünkü. Seçilmiş cumhurbaşkanı Mursi ve İhvan lideri arkadaşlarına kurulan sahte mahkemelerle susturacaklarını sanan batı uşağı asker kafalı idareciler, her şeyi eline yüzüne bulaştırıyorlar. Emir almaya alışmış bir kafa. Aldığı emirleri altlarına uygulatmaya çalışan bir yetişme biçimi. Ne zaman kendi başına bir şey yapmaya kalksa(!) toplumda sıkıntı oluşur. İşin doğası gereği böyledir. Bunda kızacak bir şey yok. Silahı olan güçlü, güçlü olanın iktidar olduğu zamanlarda halk sıkıntı içinde sıkıntı yaşar. Emir komuta kademesi sanırlar sosyal olayları, ekonomi faaliyetleri. Ama hükmetme sevdası! O yok mu o! Kim ki o hastalığa yakalanır iflah olmaz. Sisi de zavallı, aciz, belki de acziyetinin kölesi olmuş bir ruhun esiri olarak meydanlarda, medya da. Herkes biliyor ki Batı “as” demeden “asamaz”. Kendi başına ancak kışla işlerini görürler. Anadolu’nun gür sesi hem Batıya hem de uşaklarına haykırıyor; yıllardır yerleşsin diye uğruna nice insanların kanını akıttığınız kutsal kavramlarınıza ne oldu? Neden bu darbecilere bir insanlık vicdanı ile dur demiyorsunuz. Piliniz bitti. Maskeniz yırtıldı. Afet olan yüzünüz bir kez daha ekranlarda. “Zalimsiniz ve zalimler için yaşasın cehennem.” Kararın sonu ne olursa olsun kaybedeni olmayan bu davanın kutlu yolcularına İnegöl’den selam…