NEREYE BU GİDİŞ

Abone Ol

Tarihi süreç bize göstermektedir ki, toplumsal değişimler bir anda değil yavaş yavaş gerçekleşiyor.İster olumluya, ister olumsuza doğru olsun, dönüşüm küçük şeylerle ve bireysel davranışlarla başlayıp ilerliyor. Bu ilerleyişin hangi yönde olduğunu dikkate almak ve bireysel yaşantılarımızın toplumsal hayata etki ettiğini unutmamak gerekiyor.

Eğer biz doğru birşey yapıyorsak bu davranışımız "toplum gemisi"nin, güzellikler denizine ilerlemesine katkı sağlar. Yanlış olan her davranışımız ise "toplum gemisi"nin felaketler denizine sürüklenmesine yol açar ki, bu durumda felaketlerin acısını tüm toplumla birlikte biz de yaşarız.

"Ne yapalım, bu devirde işler böyle yürüyor" diyerek, toplumsal yanlışları yapmaya bahane uyduruyoruz çoğu zaman. Birileri yaptığında eleştirdiğimiz şeyleri kendimiz yapınca, "başka çare yok" bahanesinin arkasına saklanıyoruz.Hal böyle olunca herkes aynı bahanelere sığınıyor ve "toplum gemimiz" olumsuzluklarla boğuşmak zorunda kalıyor.

Bir örnek üzerinden somutlastırmaya çalışalım mevzumuzu.Osmanlı'nın dünyaya hükmettigi zamanlarda, devletin malı adeta kutsaldır ve insanlar, bırakın devletin malına el uzatmayı, bunu düşünmeyi bile ateşe uzanmakla eşdeğer görürdü.Haliyle bu bireysel doğruluk, toplumsal refaha katkıda bulunurdu.Bireysel doğruların kaynağının, değer yargılarının sağlam olmasıyla alakalı olduğu ise sosyolojik bir gerçekliktir.Örnekteki doğru davranışın kaynağıda şüphesiz ki, helal-haram ayrımında bulunma erdemini gösterebilmekle ilgiliydi.

Peki değer yargıları aşınıp, helal-haram ayrımı bireyler için önemini yitirince, "kazan da nasıl kazanırsan kazan" anlayışlı bireylerin sayısı artınca ne oldu?Tabiiki yolsuzluk, hırsızlık, devlet malına el uzatmalar arttı. Hatta "devletin malı deniz, yemeyen keriz" şeklinde bir söz bile yerleşti topluma.Peki bunun zararını kim çekti, tabiiki toplumun tamamı.Oysaki o söz şöyle söylenmeliydi:"Devletin malı deniz, yiyen domuz"

Yakın tarihten de bir örnek verelim ve görelim toplumun nasıl dönüştüğünü.Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, 80'li yıllarda yılbaşı yaklaşınca, Türkiye'de bir tartışma başlardı, yılbaşı gecesi TV'ye dansöz çıksınmı çıkmasınmı diye.Peki o hassasiyetten şu an geldiğimiz noktaya bakalım.Şu an topluma sinemalarda, dizilerde, müzik kliplerinde, internet ortamlarında sunulan görüntüleri düşünürsek, bunların yanında dansöz kıyafeti masum kalmıyor mu? Şimdi bu görüntülerin ne kadar normal karşılandığına dikkat edelim.Hatta bu görüntülerin yanlış olduğunu söylemek ayıplanır oldu nerdeyse.

Toplum değişir, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir, doğru.Ama bu değişimin hangi yönde olduğudur önemli olan.Değişim iyiye doğrumu kötüye doğru gidiyor durup bir düşünmek lazım. Bu değişime biz hangi doğrultuda katkı yapıyoruz, muhasebesini yapmak lazım. "Bu devirde.. " diye baslayan kalıplaşmış yargılar, batının dayattığı hayat tarzı bir kenara bırakılmalı.Bu devirdeyiz diye dünyaya geliş amacımız mı değişti? Müslüman olduğumuz gerçeği veya İslam'ın kuralları mı değişti? Kültürümüz ün son kullanma tarihi mi geçti? Batının dayattığı, medyanın parlattığı hayat tarzı uğruna mı inancımızı ve kültürümüzü yok sayıyoruz? Değerlerimizden uzaklaştıkca yalnızlaştığımızı, mutsuzlaştığımızı, bencilleştiğimizi, canileştiğimizi görmüyor muyuz?

Sorgulamalı ve kendimize gelmeliyiz; çocuklarımızı medyaya daha çok kaptırmadan, gençlerimiz uyuşturucu bataklığına daha fazla saplanmadan, boşanmalar dahada artmadan, cinayetler daha çok can almadan, hırsızlık meslek dalı olmadan, ahlaksızlık etrafı iyice sarmadan, din ve kültür silinip gitmeden, çok geç olmadan, gidişatı sorgulamalı ve kendimize gelmeliyiz.