Şiddete hayır,
Anneye yönelik şiddete hayır...
Masum çocuklara şiddete hayır...
Zavallı insana yönelik şiddete hayır...
Ağaçlara karşı şiddete hayır...
Her türlü şiddete hayır, hayııırrr, haaayıııııırrrr.
Zihnimizin ortasından gün görmemiş lanetleme sözcüklerini çıkartıp tek tek satırlara ekmiş olsak bile içimizdeki öfkeyi dindirmeye yetmez. Bu öfke ile şiddet yapan zalimlere, insanca ve adil davranabilme dengemizi kaybedebiliriz. Ama olsun böyle zalimlerin hakkıdır şiddetli bir ceza... Zaten cezasını bulmalı, hesabını vermelidir."
Bu cümlelerin altına acımızın rüzğarına kapılıp her birimiz imza atabiliriz. Bir öfke patlaması, zulme karşı bir direniş, bir adalet beklentisi gibi yaptığımızı kutsayacak kelimeler dahi bulabiliriz. Lakin bu acılar rüzğarı kesilip toz bulutu dağıldıktan sonra başımızı iki elimiz arasına alıp düşünüyor olmalıyız.
Tüm bunların sebebi nedir? Nasıl bir millet haline dönüştük ya da dünüştürüldük?
Boğazından kesilerek öldürülen Emine Bulut'un annesinin ifadesini önemsiyorum. "Hiç mi ümmet-i muhammed'den kimse yoktu orada bu zulmü durduracak? Çocuk bağırıyor; "anne ölme" diye. Anne çırpınıyor "ölmek istemiyorum" diye. Oradaki insanımsı biri, vahşeti kameraya çekmeye devam ediyor. Bırakıp elindekini engel olsaydı daha fazla insaniyetli davranmış olmaz mıydı?
İşte kaybettiğimiz nokta burası: Ümmet-i Muhammed olmaktan uzaklaştık... Göstermeye, gösterişe, çekim yapmaya odaklandık. O kadar odaklandık ki neyi çektiğimizi bile fark etmez olduk. Zira kaydı alıyor olmak çekim yapıyor olmak her şeyin önüne geçti adeta.
"Haksız yere bir cana kıyan bütün insanları öldürmüş gibi ebedi olarak cehennemde kalacaktır." Nefsi arzularına tutkun ve kızmış bir adam, çok sevmişti hem de ölesiye sevmişti. Bunu yapacak biri değildi ama canavarlaştı birden. Kıskanç birinin namus korumacılığının vahim sonucudur bu.
Tekrar tekrar konuşmaya gerek var mı bilmiyorum. Televizyonlarda fikir beyan eden açık oturum sakinleri, gazete köşelerinden ahkam kesen kalem erbabı, (ben de öyleyim sanırım) yasaklamalar getiren devlet yetkilileri, sokağa dökülüp nara atan kalabalıklar... Tüm bunların yanında canını kaybeden boşanmış kadınlar, gönlü yaralı çocuklar, zayıf yaratılışlı mazlumlar...
Fazla uzatmaya gerek yok! İnsanı bir "kul" olarak ele almadıkça, insan ruh dünyasını beslemedikçe, işe duyguların eğitilmesi nazarından bakılmadıkça bu tür olayları daha fazla seyredebiliriz.
Sen de "her şeyi dine bağlıyorsun" deyip düşüncelerimi bir kıyıya atmazsanız, Allah'ın Kerim kitabında kadınlara karşı nasıl davranacağımızı, Peygamberimizin (sav) hadis-i şeriflerinde o "kristallere" nasıl hitap edeceğimizi görebiliriz.
İnsanların hayatından dini duyguları yok etmeye çalışanlar, aslında üstü kapalı tahrip etmeye çalışıyordur. İnsanın ruh yapısına en uygun ilahi dinin/İslam'ın/ kuralları iken ruhun bu dayanaktan mahrum oluşu ve nefsin düşünceye hakimiyeti sonunda bunlar olmaktadır.
"Şiddete lanet" kasırgasının ortalığı kasıp kavurduğu bir dönemde "durun ve düşünün" demek bile ürkütücü geliyor insana. Herkesin küfür ettiği tarafa doğru sen de ağız dolusu ve bağırarak küfür etmen gerekiyor sanki. Sivrisinek vızıltısı duymak istemeyenler mutlaka bataklık hakkında bir şeyler yapmalıdır.
Dolayısıyla, İstanbul Sözleşmesi gibi, feminizm gibi, hümanizm gibi bu toplumun gönül kodlarıyla örtüşmeyen her ne varsa tekrar gözden geçirilmeli, işin doğrusu ve hakikati ortaya çıkarılmalıdır.
Gönlü yaralı ana, Ümmet-i Muhammed kavramını telaffuz ediyor. Ümmet, Muhammed (sav)'in insanın kurtuluşu için Allah'tan alıp ulaştırdığı İslam'a uzak düştü.
İman bilgisi, insan bilgisi, ahiret bilgisi, hesap şuuru, cennet ümidi ve cehennem korkusu zihinlerde ve gönüllerde yerleşmediği müddetçe dünyada huzur mümkün olmayacaktır. "Kadına şiddete hayır" dedikçe sanki insanlar tersinden anlayıp şiddetin dozunu yükseltiyor. İnsan ne kadar da kirlenmiş. "Zalim ve nankör insan" negatif yönüyle çukurlarda yuvarlanıyor.
Acaba bu kötü haberler insanlara örnek mi oluyor? Düşüncelerini ve duygularını kontrol edemeyen erkekler güçlerini, zayıf bırakılmış güya "kanunlar tarafından korunan" kadınlara karşı mı kullanıyorlar?
İnsanları yüreklerinden yakalayamadığımız (iman etmediği) müddetçe kanunların yapabilecekleri oldukça sınırlıdır. Kur'an-ı Kerim'den ve hadis-i şeriflerden bazı güzel sözleri aktaralım da bilgisi tazelenen zihin gönülden iman etmiş olduğu şeylere bir bilinç getirsin.
"Kadınlara hayırhah olun, onlara karşı hayır tavsiye ediyorum... Onlara hayırlı şekilde davranın." (Buhari, Nikah 79) Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadın ve gözbebeğim kılınan namaz." (Müslim, Talak 31, 34)
"Cennet annelerin ayakları altındadır." (Nesai, Cihad, 6) "Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir." (Ebu Davud, Nikah, 42;) "Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olan (iyi davranan)dır." (Müslim, Birr 149) Bunlar Peygamber (sav)'in sözleriydi. Aşağıda Rabbimiz buyuruyor ki;
"Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık kendilerini ya iyilikle tutun veya güzellikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah'ın ayetlerini alay konusu edinmeyin, Allah'ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti hatırlayıp, düşünün. Hem Allah'tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilir."
Yaaaa işte bu kadar... Dinin emirlerinden uzaklaşıp nefse ram olan toplumların sonunu nasıl olduğu okuyor ve görüyoruz. Önceki milletlerin akibetine hızla akıyoruz galiba. Allah muhafaza buyursun. (Amin)