Küt kesilmiş denmeyecek kadar uzamış saçlarını omuzlarının arka tarafına savuran liseli genç, hafta sonu katıldığı meclis ortamında "şahsiyetini inşa etmek" maksadıyla yapılan sohbete kulak kabartmıştı. Dört ayak üzerine öylesine bırakılmış cam masa, dikkatinden kaçmadı. Masanın üstüne basit bir örtü atılıp birkaç çiçekle, göz alıcı hale getirilebileceğini düşündü birden. Her nedense, kendisinden kısa bir süre önce gelip makamına kurulmuş öğretmenden hafif bir çekinme hissetmiş olsa da rahat hareketlerle sol taraftaki sedire oturdu. Odaklandığı masadan sıyrılıp etrafına bakındı. Kendi akranları ve daha büyük abla diyebileceği insanlar tesettürlü idi. Kot pantolonlu ve tişörtlü olmasına rağmen hiç sıkılmadı ve kendisini dışlanmış da hissetmedi. Uzun süreceğini tahmin ettiği bir muhabbetin kıyısında bulmuştu kendini. Şimdi kelimelerin yüklendiği anlamları, yüreğine aktararak yeni bir yolculuğa çıktığını farkındaydı artık.

Masanın ardındaki öğretmen öndeki kitabın ismini söyledi ve onu herkesle tanıştırdı. Kitabın ismi "Kur'an Bize Ne Diyor?" idi. Kur'an'daki ayet-i kerimeleri konularına göre sınıflandırmışlarmış. Liseli genç kız, ilerleyen zamanda sohbetten duyduklarını hafta başı okula gittiğinde sınıf arkadaşlarına anlatacak; bir hafta sonra belki de beraber geleceklerdi. Muhabbetin konusu insanın yaratılışı üzerineydi. Bir başlangıç olarak insanın yaratılmasının sebebini, amacını da tercih etmek oldukça mantıklıydı.

Söylenenlerin hepsini aklında tek tek tutmaya çalışıyor, zihninde koyduğu bilgileri saklayabileceğini sanıyordu. Lakin her söylenen söz, bir öncekinin güzelliğine güzellik katıyor, anlamını da bereketli kılıyor idi. Başörtüsü takmadığı halde İmam Hatip'te gönlünce okuyor ve yüreğini arındırmaya çalışıyordu.Hele bu dernekte böyle büyük büyük ablaların olması ve onlardan incitici herhangi bir söz işitmemesi özgüven sağlıyorfu. Burası, bir sonraki haftalarda arkadaşlarla beraber sıcak çay içmek, taze poğaçaların ve diğer ikramlardan tatmak adına gelinecek bir ortamdı.

Kulaklarından gitmeyen ses tınısının, içinde barındırdığı anlamları düşünmeden edemiyordu. Kur'an-ı Kerim, bize "yeni bir şahsiyet veriyor" insanın içinden yepyeni, dürüst, saygın, her şeyini yaratan Allah adına yapabileceğimizi anlatıyordu.

Vahiy ile irtibatını kesmiş nesillerin, toplumda görünür olduğu zamandan beri, İslam dininin şekillendirdiği yani inşa ettiği şahsiyetlerin azaldığını fark ediyordu genç kız. Çevresindeki birçok kişi Allah'ın dediği ile nefsinin arzu ettiği ya da başkalarının söylediği karşılaşınca... Yok böyle söylenmez bu söz. Zira kendi arkadaşlarından birçoğunun "Allah'ın dediği" bile gelmiyor akıllarına. Öyle bir şey yok. Sadece kendi istedikleri, arkadaşın istedikleri, anne babasının sürekli bu isteklere engel koyuşu, hayatın gerçeği olarak görünmekte.

Lakin bugün burada, çok temel bir çatışmayı ele alıyor ve bu çatışma üzerinden yeni bir şahsiyet inşası kuruluyordu: "Yaradan Allah'ı, şahsi/ özel hayatımıza dahil etmek zorundayız. Yaptıklarının arkasını, önünü iyi bilmek gerekiyor." cümlesinden etkilendi genç kız. Düşünsenize... Bir iş yerinde patronu devre dışı bırakıp bir şeyler çevirmeye çalışan işçilere kim ne hak verir ki. Malın sahibini yok saymak, kimsenin haddi olmadığı gibi onu devre dışı bırakmak büyük bir saygısızlık ise...

İşte tamda bu yerde durup düşünmek gerekiyor. "Ben insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ayet-i kerimesinden yola çıkıp, kulluk anlayışı, yeni bir dünyaya açılma müjdesiyle dolaşması gerekiyordu.

Liseli genç kız, iki saattir oturduğu ve muhabbetine doyamadığı sohbetten çıkarken bir sonraki haftaya kadar, gönlüne iz bırakan ayeti yavaş yavaş tatbik edecek ve yaratan Allah'ın şeçkin bir kul olmak için çabalayacaktı.