Beş yıldır haftanın iki günü (Salı ve Cuma) bu köşeden sayılarını ve ilgilerini tahmin edemediğim okuyucularıma seslendim. Neler yazdığımı ve nasıl yazdığımı uzun uzadıya ve teknik bilgileri boğarak anlatacak değilim.

Belki de en büyük kusurum tekrara düşmekti. Zaten bu kadar sık yazarak tekrara düşmemek mümkün değildir herhalde. Biz de yazılarımızın bir kısmında tekrar yapmışızdır muhakkak.

Gerçi güzel sözlerin birinde "et tekraru ahsen velev kane yüz seksen" şeklinde bir ibare bulunur. Bilmeyenler için Türkçesini de söyleyelim. Türkçesi derken zaten Türkçe de... Bazı ekler Türkçe de. Bütün olarak cümlenin manası şudur; "tekrar 180 defa da olsa güzeldir, iyidir."

Biz hayatın birçok safhasını birbirine benzeyen tekrarlarla yaşarız. Her gün doğan güneş farklı noktalardan yüzümüze gülümser. Gecemizi aydınlatan ay farklı görüntüleri ile gökyüzünü süslerken kurumuş bir hurma dalı gibi yol izler gider.

Tekrarla alakalı tabiatta örnekler olduğu gibi Yüce Rabbimiz ki sonsuz kelimelere sahiptir. İnsanoğlu daha rahat anlasın diye bazı kelimeleri tekrar tekrar hatırlatmıştır. Zalim ve nankör insanoğlu Rabbinden kendisine gelmiş olan bu kelimeleri bazen yok saymış, bazen de kelimeleri değiştirmiştir. Kutsal hakikatin aciz taşıyıcıları olan kelimeler, büyük anlamı insanoğluna ulaştırmak için gayret gösterirken aynı yoldan kaç kez geçmiştir kim bilir.

Aslında biliyordum bir an ara versem yazdıklarıma sanki düşünce pınarım kurulacaktı. Düşünce pınarımın kuruması bir daha kalemi elime alamamak anlamına gelecekti belki de. O yüzden devamlı yazmalıydım.

Bazen bir mecliste yaptığım konuşmayı, bazen öğrencilerinden duyduğum çok anlamlı bir ibareyi, bazen uzak diyarlarda görüşüp konuştuğum mevzuları, bazen bahçeyi temizlemeyi, bazen güncel olayları, daha çok ben merkezli yaşanmış mevzuları o zamiri ne yükleyerek devamlı yazdığımı biliyorsunuz.

Kim okur, kim değerlendirir, kimin hayatına ne tür renkler katar bilemem... Bunu tespit etmek benim için zor, ancak kalemi elimden düşürmeden düşüncelerimi belli düzeyde ve belli seviyede aktarmaya çalışmanın en çok faydası öz nefsime olduğunu biliyorum. Ben bu dönem zarfında anlattıklarımı kendimi tartma açısından, kendi nefsinle müzakere etme açısından faydalı buldum.

"Sana bir şey veriyorlar mı bu yazdıklarına karşı" diye soranlara da benim kazancım verilecek olandan çok daha değerli oluyor, diyorum. Bir insana "hadi şu konuda yaz dendiği zaman ya da hadi şu konuda hemen düşün ve düşündüklerini anlat" dendiği zaman nasıl bocalar bilirsiniz. Lakin ben şimdilerde neyi, nasıl anlatacağımı, nasıl başlayacağımı, nasıl geliştireceğini ve nasıl sonlandıracağımı gayet iyi biliyorum. Yazılarımı oldukça tertipli düzenli ve başı ile sonu arasında ilgi kurulabilecek düzeyde yazdığımı biliyorum. Bu arada edebi zevkin zirvesine ulaşmış yazarlarında kalem kabiliyetini görme imkanım oluyor. Sadece anlatılanları değil nasıl anlattıklarını o ince edebi çizgiyi de hissedebiliyorum artık bu yazdıklarımı sonucunda.

Aslında ben bunları kayıt altına almasam zaten benim için kayıt alanlar var. Yarın kıyamet gününde "oku kitabını" dinilenecek ve ben de gizli açık her şey yazmış bir kitabın sahibi olarak yaptıklarımı görmüş olacağım... Bunun ismi amel defteri olacak ve bu amel defteri benim belki de yazdıklarımın külli boyutunda olan bir şey olacak. Dolayısıyla yaptıklarımdan dolayı oluşan bir kitaptan önce kendi yazdıklarımla sizin huzurunuzda aklımı, zihnimi, gönlümü ve duygularımı sizin aklınıza, sizin duygularınıza, dokundurmaya çalışıyorum. Bu yazdıklarımla beş yıldan sonra altıncı yılın eşiğindeyim. Yazma gayretlerimizi okuma lütfunda bulacaksınız ve bu düşünce nehri akıp gidecek. Paylaştığımız kadar mutlu olacağımızı biliyoruz, vesselam.