Güneş kızıl rengini ufuktan yeryüzüne doğru yeni akıtmaya başlamıştı. Güneşin gülümseyen yüzünü yansıtmaya başlaması bereketli bir günün habercisi gibiydi. Anlaşılan cömertliğini güneş bugün yeryüzünden eksiltmeyecekti. Köyde yaşamın vazgeçilmezlerinden birisi de yaylaya çıkmak olurdu. Yaylaya göç etmeden önce festivale hazırlık yapılıyormuş gibi aylar öncesinden hazırlık yapılırdı. Hele yaylaya gidecek eşyalar baştan aşağı yeniden yıkanır, paketlenir, bağlanır, bir köşeye istif edilerek, yaylaya gitme zamanı beklenirdi. Nihayet yaylaya gitme zamanı gelmiş çatmıştı. Kamyon geldi evin önünde durdu. Yaylaya götürülmek için ambarın içinde hurçlara özenle konularak istiflenen eşyalar aynı özenle kamyonun kasasına yerleştirildi. Can son kez bağırdı gidecek başka bir şey var mı? Hangi eşyanın yaylaya götürüleceğinden bizzat Gülhanım sorumlu olurdu, kimse hangi eşyanın yaylaya götürüleceğinin sorumluluğunu almazdı. Gülhanım asabi ve kavga etmeye çok meyilli biriydi. Hedefine varmak için tetikte bekleyen mermi gibi kavga etmeye her an hazır gibiydi. Can'ın uyarısından sonra sağına soluna baktı 'Tamam, kamyon hareket edebilir.' komutundan sonra şoför kamyonun kontak anahtarını çevirdi. Gır gır gır... gır gır gır ciğerleri zatürre olmuş insan gibi boğuk boğuk sesler çıkarmaya başladı ama çalışmak istemiyor gibi nazlanıyordu. Şoför içinden küfürler ederek 'Hay Allah başka zaman olsa saat gibi tik tak çalışırdı. Şimdi acele işimiz varya köftehor nazlanıyor. İşin yolunda gitmediğini gören Can şoföre dönerek 'Ağabey aküsü mü bitmiş?'

'Yok yeğenim, aküyü daha yeni değiştirdim belki de marş dinamosunda problem var, şöyle ileri geri hareket ettirelim o zaman çalışır.'

Şoförün dediği gibi bir yandan Can, diğer yandan Caner arabayı ileri geri hareket ettirdiler, şoför yeniden kontak anahtarını çevirince boğuk gürültülü seslerle Dodge Kamyonun motoru çalışmaya başladı.

Şoför kamyonu yavaş yavaş harekete geçirerek evin önünden yaylaya doğru yolla alarak ayrıldı. Kamyonun evin önünden ayrılması sonbaharda yapraklarını döken ağaçlar gibi Gülhanım'ın kolunu kanadı düşürmüş, hüzünlerin içine gark olmuş, gözlerinden yaşlar sızım sızım akmaya başlamıştı. Her ayrılık insanın içine ok gibi saplanır ama bu ayrılık ayrılıktan çok bir vuslatın habercisiydi. Nerdeyse bir yıl olmuştu yıldırım düşmesi sonucu kaybettiği eşinin mezarını görmeyeli. Yaylaya çıktığında eşinin mezarını ziyaret edecek, bir yıldan beri içinde sakladığı sırlarını, yaşadığı zorluklarını eşiyle paylaşacak, içindeki hüzünlerini bir nebze olsun toprağa akıtarak kendince rahatlayacaktı. Duasını edecekti, duasında cennette birlikte buluşmayı yaratanından isteyecekti, belki o zaman ruhu huzura kavuşabilecekti.

Yayla göçünü götüren kamyon evin önünden ayrıldıktan sonra Gülhanım etrafı kolaçan etti, herhangi bir eşyanın unutulup unutulmadığını kontrol etmeye başlamıştı. Ambarın yan bölümünün ayakta kalmasını sağlayan ağaç direğin dibinde boynu bükük duran telis çuvalı görünce içinden ah vah ederek çok üzülmüştü. Üzüntüsünü 'Tüh gördün mü kap kaçağı yine nasılda unutmuşuz' diye dile getirmişti. Yaylada peynir, yağ, yoğurt yapımında kullanacağı birkaç kap kaçağı ambarın ayakaltında olmayan yerinde telis çuval içinde bırakmıştı.

Caner iki erkek kardeşin küçüğüydü. Can yaylaya gitmişti ama yaylada ki işlerin takipçisi Caner olacak, Can ise köyde ki işleri yapacaktı. Gülhanım kendince çocukları arasında iş bölümü yapmıştı. Gülhanım çocuklarını severdi ama kızdığı zamanlarda eline ne geçirişe kafa kol gözetmeksizin fırlatır, çocuklarının canı acısacıya kadar onları döverdi. Bu hiddet ve şiddete karşın Can da, Caner de annelerini çok severlerdi. Ne de olsa anaları onlar için hem analık hem de babalık yapıyordu.

Gülhanım Caner'in ertesi gün yaylaya gideceğini hatırlayınca ambarda unuttuğu kap kaçağın üzüntüsünü beyninden atmış, yine neşelenmeye başlamıştı. Caner gitmese bie kendisi de iki gün sonra yayla güçü gibi yaylanın yolunu tutacaktı. Caner o geceyi köyde geçirdi, sabah olunca güneşin ateş püsküren sıcaklığına aldırış etmeden annesinin verdiği çuvalı sırtına attığı gibi yaylanın yolunu tuttu. Yayla yolu orman vasfını yitirmiş Yılanlı bölgesinden geçiyordu. Vahşi hayvanlardan korkuyordu ama yılandan daha bir farklı korkuyordu. Yılanlı bölgeye varmak üzereydi, içinden bildiği bütün duaları okumaya başlamıştı 'Allah'ım karşıma yılan çıkarma' diye. Karşısına yılan çıkmadı ama orman vasfını yitirmiş bölgeden üzerine doğru gelen kocaman bir boz ayıyı çıkardı. Ayıyı gören Caner hemen çömeldi, yavaş yavaş geri döndü, sırtında ki çuvalı yere attı, köye doğru koşmaya başladı.

Evine vardığında annesi ocak başına geçmiş Can için bir hafta yetecek tandır ekmeği yapıyordu. Caner annesinin şefkatli kucağının özlemini çekerken, oklava ve terlikleri sırtında buldu. Gülhanım sormadan sorgulamadan Caner'i yargılamış ve kendince adaleti tecelli ettirmişti.