Meşhur devlet adamı Napolyon, bir gün tek başına düşman askerlerinden kaçarken, küçük bir dükkana girer.

Dükkan sahibi, Napolyon'u saklar ve onu kovalayan düşman askerlerine de "Şu tarafa kaçtı" diye yanlış yol gösterir.

Nihayet bir süre sonra, Napolyon'un askerleri de olay yerinde bitiverir.

Dükkan sahibi, ömründe bir daha karşılaşmayacağını düşündüğü Napolyon'a merak ile şöyle bir soru yöneltir; "Efendim, af buyurun ama ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu ki?"

Napolyon birden öfkelenir ve; "Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçerek konuşuyorsun? Bu ne cüret Askerler, bağlayın bu densizin gözünü ve hemen kurşuna dizin" diye talimat verir.

Dükkan sahibi gözü bağlı tir tir titremektedir. Büyük bir korku içerisinde, yaptığına pişman olur. "Tutamadım çenemi, ben ne yaptım, durup dururken ölüp gideceğim" der.

Kısa bir süre sonra; arkasından bir el uzanır ve bu el gözündeki bağı açar.

Adam bir döner ki arkasına; uzanan el Napolyon'un elidir. Şöyle der Napolyon;"İşte Böyle Bir Duygu Yaşayarak Öğrenmek, Bedeli En Yüksek Öğrenme Biçimidir."

Yaşayarak öğrenmek, hayatın içerisinde edindiğimiz deneyimlere sahip olabilmektir.

Bazı duygular ancak yaşayarak öğrenilir. Bazı tatlar ancak tadarak anlaşılır. Bazı şeyler görerek anlaşılır.

"Çok yaşayan mı, çok gezen mi bilir?" derler ya bence ikisi de birçok şeyi bilir.

Çok yaşayan bir çok deneyimler yaşamıştır, çok gezen de bir çok şey görmüştür.

Bazı şeyleri yaşamadan görmeden algılayamıyoruz. Algılayamadığımız için de dudak büküp geçiyoruz.

Ama başımıza gelmeden, büyüklerin nasihatlerine yabana atmadan kulak vermeliyiz.

Size bir şey öğretme gayretinde olan insanlar iyi insanlardır. Ve sizin iyi yaşamanıza katkıda bulunmak istiyorlardır.

.