Bütün gücünle fitneden, kavgadan, huzursuzluktan uzak duracaksın. Buhari'nin 3601. hadisinde şöyle buyrulmaktadır: "Benim ümmetim fitneler-kargaşalar görecektir. O günlerde oturan, yürüyenden daha hayırlıdır. Yürüyen, koşandan daha hayırlıdır. Koşan, sıçrayıp gidenden daha hayırlıdır." Ve ardından, başını belaya sokmaması için mümine bir de ikaz geliyor: "Fitneyi arar bulursanız size yapışır." Bu ikaz nerede lazımdır? Mesela bir hocaya gidip kışkırtıcı sorular sormak, "filanca Müslüman mıdır?" demek bu ikazın hedefindedir. Bu bela aramaktır. Bela arayan tip olmamalıdır. Mümkünse daha çok oturmalı, kulak tıkamalıdır. Ümmetimizin sorunsuz alanları herkese yeter de atar.

Sahabe-i kiram, Resulullah'a kurtuluşun nasıl mümkün olacağını sorduklarında şu cevabı almışlardır: "Diline hakim ol." (Tirmizi, 2406) Çok konuşma! Bunu "tweet atma!" diye de anlamak gayet mümkündür. Zaten herkesin dili tweet oldu artık, tweet kesilirse dil de kesilmiş olacaktır. Efendimiz aleyhisselam, belasını aramayan müminlere evine kapanıp günahlarına tövbe ve istiğfar ile meşgul olmayı tavsiye etmektedir.

Veda Hutbesi'ndeki son cümlelerden biri: Müslümanın Müslümana kanı, malı ve şerefi haramdır. Müslümanın kanını dökmekten uzak durulduğu, hırsızı olmaktan sakınıldığı gibi şerefine leke sürmekten de kaçınılmalıdır.

Gün ibadet günüdür: "Her şeyin birbirine karıştığı gün ibadet etmek, sağlığımda bana hicret etmek gibidir."

Müslüman olup Yemen'den ta Medine'ye gelen birini nasıl ki Allah Teala, Kur'an'ında anarak karşıladıysa bugün de kimsenin camiye devam etmediği zamanlarda namaz için camiye gitmek, tesbih çekmeyi herkesin tarikatların işi sandığı zamanlarda tesbih ile meşgul olmak, Kur'an okumayı iş haline getirmek tıpkı Resulullah'ın yanına hicret etmek gibidir.

Bu kuralların ışığından şunu anlamaktayız ki bugün herhangi bir genç kardeşimiz, ibadeti-zikri-haramlardan kaçışı-cihat anlayışıyla hepimizin ayağına kapanacağı kadar mübarek bir genç olabilir. Bunun olamayacağını, 'o dönemin geçtiğini' söyleyen de Allah'ın rahmetinden umut kesmiş, küfrün bataklığına yaklaşmış bir dil taşımaktadır. Allah'ın kapısını kapatmak hainliktir, kimse o kapıyı kapatamaz. Kıyamet fitnesine rağmen meyvesini veren İslam dinidir. Bizim ümmetimizin karakteri böyledir.

Peygamber'imiz aleyhissalatu vesselama bu sahne bin dört yüz sene öncesinden bildirildiği için de böylelerini "kardeşlerim benim" diye bağrına basmıştır. Böyle dediğini duyan ashabı merak ve hayret içinde, "biz senin kardeşlerin değil miyiz?" diye sorduğu zaman da "siz benim arkadaşlarımsınız" buyurmuştur, "benim kardeşlerim, beni görmediği halde görmek için can atan müminlerimdir."

Bu dönem, fırsatların yoğun olduğu bir dönemdir. Her dakika ve pozisyon cennet demektir. Yeter ki insan, kafirlerle bir arada olmayı ölüm gibi kabul etsin ve fitnelerden uzak durmaya gayretli olsun. Müslümanlar arasında şeytanın kışkırttığı tartışmalarda mesafeyi korumak, lüzumsuz soru ve sorgulamalarıyla vakit tüketmemek de bu hassasiyet damarının parçalarından biridir. Matem tutmaya ihtiyacımız yoktur. Buhari'nin 3641. hadisinde buyrulduğu üzere, ümmetin içinde cihadı ayakta tutmaya çalışıp protestolardan etkilenmeyen mücahit bir neslin kıyamete kadar var olacağı kesindir. Onlar sancağı Allah'a teslim edecekler, kıyamet de bundan sonra kopacaktır.



İmam-ı Azam Ebu Hanife (r.a.) şöyle demiştir: "İçlerinde hadisle meşgul olanlar bulunduğu müddetçe insanlar salah içersindedirler. Ne zaman ilmi, hadisin dışında ararlarsa o zaman bozulurlar! Allah'ın diniyle ilgili bir konuda şahsi görüşünüze göre hüküm vermekten sakınınız, sünnete tabi olunuz. Kim sünnetten ayrılırsa sapıtır."

İmam Şafii (r.a.) de şöyle demiştir: "Resulullah (s.a.v.)'den bir hadis rivayet ettiğim halde, o hadisten başka bir hükme varırsam, beni hangi gökyüzü gölgelendirir, hangi yeryüzü beni taşır!"

Bir gün İmam Şafii (r.a.) bir hadis rivayet eder. Buhari'nin şeyhlerinden el-Humeydi: "Bu hadisi kabul ediyor musun?" der. İmam Şafii (r.a.): "Sen beni belimde zünnarla kiliseden çıkarken mi gördün (ben müslüman değil miyim) ki Resulullah (s.a.v.)'in bir hadisini duyup da onu kabul etmeyeyim?" cevabını verir.

İmam Malik (r.a.)'in sünnetle ilgili şu benzetmesi ne kadar güzeldir: "Sünnetler Nuh'un gemisidir; kim o gemiye binerse kurtulur, kim binmezse boğulur."

İmam Ahmed b. Hanbel (r.a.) de şöyle demiştir: "Kim Rasulullah (s.a.v.)'in hadisini reddederse, o kimsenin helak olmasına ramak kalmıştır."

Bu sözlerin tek bir nokta üzerinde durduğunu görüyoruz, o da: Resulullah (s.a.v.)'in sünnetine sarılmanın zaruri oluşur. Kim sünneti öğrenir de onunla amel ederse, onun kazançlı ve kurtuluşa eren kimselerden olduğu, her kim de sünnetten yüz çevirirse, bunun hüsran ve doğru yoldan ayrılma alameti olduğudur. Müslümanın kalbinde ve aklında -onların ilimde imam olduklarına inanması yanında- bütün hak mezhep imamlarına karşı böyle bir düşünce yerleşirse, o takdirde o kimsenin; her biri sünnete yaklaşmak için gayret sarf etmiş olmakla birlikte o imamların şer'i hükümlerde niçin ihtilaf ettiklerini araştırmasında bir mahzur yoktur.