Bir sonbahar mevsimiydi, ilk görevime başladığımda, her şeyi çok iyi bildiğini sanan toy bir delikanlıydım. Verdiğim kararlardan kolay kolay vaz geçmeyen, dediğim dedik, dikine giden, eğilmez, bu duruşumla geçinilemeyecek biriydim. Atamamın yapıldığı okul lise kademesinden özel eğitim kademesine dönüştürülmüştü, dönüşümün yapıldığı yıl, onarım bitirilememiş, öğrenci alınmamıştı. Okulumun ilk öğretmeniydim. O yıl mesai saatleri içinde öğrenci olmadığı halde evden okula, okuldan eve gidip geldim. Bu zaman zarfında kendimi mesleğime hazırlamak için çokça zamanım oldu, bunu değerlendirdiğimi düşünüyorum.

Görev yaptığım mesai arkadaşlarımdan biri de bir teknisyendi. Teknisyen bizlere kullanacağımız elektronik ders araç gereci hakkında bilgiler veriyor, bozulduğunda tamirini yapıyordu. İnsanlar malum sosyal varlık. Sosyal varlık olunca iletişim kaçınılmaz oluyor. Yine bir gün rutin günlük işlerimizi yaptıktan sona iş dönüp dolaşıp vicdan ve inanca geldi. Sohbet arasında mesai arkadaşım 'Öğretmenim, insanlar nasıl yaşamalı? Bu dünyada bir düzen var, bu düzene ayak uydurmak, insanlarla, canlılarla barışık yaşamak için bir insan da ya inanç, ya da vicdan olmalı.'

'İnsanlar hak ve adalet için yaşamalı, inanç olursa, kötülük yapacağı zaman ahreti düşüneceğinden kötülük yapmaz. Ya da inanç yoksa bir insanda, vicdanı olmalı, biliyoruz ki vicdanlı insan kötülük yapacağı zaman vicdanı kötülük yapmasına izin vermeyecektir. Düşünsenize bir insan da ne vicdan var, ne de inanç. O insan nasıl bir insan olur?

Cevabını mesai arkadaşım söyledi 'Frenkaşteyn gibi olur.'Gençlik bir tuhaf, motivasyon yok, kaygı yok, değer yok. Bu söylediklerim kuşak çatışması olarak algılanmasın, öyle değerlendirilmesini de istemem. Yazacaklarım hayatın içinde yaşanmış gerçek olaydır, okuyup bundan hicap duymayan olmayacaktır zannediyorum. 20 kişilik sınıfa girdim, öğrencilerimden dönem sonu notlarına etki edecek proje yapmalarını istedim. Hepsinin isimlerini ve hangi dersten hangi ödevi yapacaklarını, hangi tarihte teslim edeceklerini söyledim, sonradan da yazdım. Birinci dönem bitmiş, ikinci dönemin ortaları gelmişti. Proje çalışmalarının ne düzeyde olduğunu sorgulama gereği hissettim. Kim projesini araştırdı, bitirmek üzere veya projesini kim bitirdi diye sorduğumda, sınıfta ki bütün öğrenciler söz birliği etmişçesine 'Öğretmenim bize proje görevi vermediniz, bizim projeden haberimiz yok.' Dediler.

'Çocuklar siz şaka mı yapıyorsunuz, birinci dönem bu sınıfta konuşmadık mı? Hem ben kime ne proje verdiğimi defterime yazdım, mahcup olacaksınız. Bu söylemlerim bile işe yaramamıştı. Sınıfta ki öğrencilerden hiç biri söz alıp evet öğretmenim sen bizeproje görevi verdin demedi. Kendi durumumu değerlendirdim, içim burguyla oyuluyormuş gibi burkuluyordu, duygularım hüzne boğuldu, üzgün şaşkın bir o kadar da tuhaflık içinde sınıfı terk ettim, öğretmenler odasına geçtim. Öğrencilerin komplo kurma davranışları beni çok üzdü. Beynim allak bullak olmuştu, öğretmenler odasında cam kenarına geçtim sızım sızım ağlamaya başladım. Bir zaman sonra aynı sınıftan iki öğrenci kapıyı tıklattı, sıkıla büküle yanıma geldiler. 'Öğretmenim özür dileriz, bizim vicdanımız size yapılanı kabul etmedi. Sınıfımızda proje görevlendirmesini yaptınız.'

'Çocuklarım bu düşüncenizi sınıfta niçin söylemediniz?'

'Öğretmenim bize doğrudan sormadınız, biz de sessiz kaldık.'

'Çocuklar peki sessiz kalmak ta, ikrar anlamına gelmez mi?'

Çocuklar yaptıklarından utanmışlardı ama benim umudum olan gençlik sınıfta kalmıştı. Her şeyin başında adalet ve hak gelmeli, yoksa iftira ile karşı karşıya her zaman kalabilirsiniz. Adalet için, hak için, ya hesap sorulacak güne inan ya da kılavuzun olsun vicdan.

Özer YILMAZ