Allah'ın verdiği şu misal üzerine düşünün; Bir belde var. Halkı güven ve refah içindeydi. Her taraftan bol bol rızık akıyordu. Onlar ise Allah'ın lütfettiği bu nimetlere nankörlük ediyorlardı. Allah da yaptıklarına karşılık onlara açlık ve korku belasını tattırdı. (Nahl 112)

Emir büyük yerden... Emir büyük: düşünün.

"Bir saat tefekkür, atmış yıllık nafile ibadetten hayırlıdır" diye okumuştum vakti zamanında. Çok az yaptığımız bir eylemdir düşünmek. Çünkü kolayı var; kafayı kiralamak. Hocam desin yeter, Şeyhim söylesin biter, liderim emretsin tamam..." gibi cümlelerde ifadesini bulan bağlılık duygusu bu damarı da törpüler. Bizler için düşünen, üreten büyüklerimize saygımızı azaltmadan Rabbimizin emrine uyup bu ayeti bir düşünelim.

Ben düşünüyorum sizin yerinize farkında mısınız? Bu sefer hoca, şeyh, lider değil de benim düşüncelerimi okuyorsunuz. Benim düşüncelerim ile isimleri geçenlerin düşüncelerine yaklaşım farkını gözden kaçırmayalım. Onların ki "mutlak doğru" ya yakın yerde dururlar, benim düşüncelerim ise reddedilebilir bir noktada bekler. Hoşunuza giderse eş-dost meclislerinde zikredersiniz. Önceki bilgilerle çakışırsa rahatça elinizin tersiyle öteleyebilirsiniz.

Kitabı okurken herkes faklı niyetlerle okuyabilir. Bendeniz hayat-kitap bağlantısından kopmamaya çalışarak okurum. İçinden çıkamadığım sorunlarım varsa okurken çözülüverir bazen.

Dün akşam İshakpaşa Caminin avlusunda İslam alemi için dua ettikten sonra İNİYAD Başkanı Halil İbrahim ZENGİN bir duyuru yaptı. "Bu dualarımız, eyleme dönüşsün inşallah, geçen hafta bir tır gönderdik. Bu hafta bir tır daha gönderelim Suriye'ye." Ardından çoğunlukla lazım olacak malzemeleri sıraladı.

Dün akşamki cümleler ile bu ayet yan yana gelince düşünmeden edemedim.

"Bir belde var..." Yerelde İnegöl, genel de Türkiye'miz... "Halkı güven ve refah içindeydi." Gezi parkı olayları, PKK olayları, trafik kazaları gibi farklı olaylar aklımıza gelse de, güven dolu bir hayat ile dünyevileşme tehsine varan bir refah yaşam gözlerimizin önünde. İş hacmimiz, ihracatımız, bindiğimiz arabaların markası, evlerimizin biçimleri, iş yerlerimizin görüntüsü, düğün masraflarımız vs. vs. belli bir refah düzeyindeyiz artık.

Her taraftan bol bol rızık akıyor... Yani kazanıyoruz. Gayri safi milli hasıla, kişi başına düşen milli gelir, istatistikler falan... Göstergeler iyi, olumlu.

İçinde bulunduğumuz manzara ile zikredilen ayet buraya kadar örtüştü sanırım. İtiraz eden var mı? Yok. Öyleyse uyarı kısmına geçelim.

Nimetlere nankörlük eden bir topluluk vardı. İşte düşünülmesi gereken nokta burasıdır. Tecrübeniz, bilginiz ve kültürünüzün alabildiği kadarıyla üretebilirsiniz şimdi. Nimet nedir? Hangi hallerde şükür, hangi hallerde nankörlük yapılmış olur? Envai çeşit düşünceler geçer aklınızdan. Lakin çok dağıtmaya ve belirsizleştirmenin de anlamı yok.

Nimet: Allah'ın verdiği her şeydir. Yediklerimiz, giydiklerimiz, hayatımız, sağlığımız, aklımız, imkanlarımız vb. her ne varsa. Tevbe 24. ayette sayılanlar da olabilir mesela.

Nankörlük: Nimetlerin doğru bir şekilde, işlevinde kullanılmamasıdır. Terliyken su içmek, sağlık nimetine nankörlüktür. Malının zekatını, sadakasını vermiyorsan bu nankörlüktür, denebilir.

Şükür; verilen nimetlerin Kur'an ve Sünnetin gösterdiği biçimde uygun yerde ve zamanda kullanılmasıdır. Malın, "zekat" gibi alt limitten "İsar" gibi üst limite kadar infakıdır mesela.

Ayeti düşünmeye devam edelim: Nimetlere karşı nankörlük yaptılar. Peki, cezası nedir? Açlık ve korku... Açlık kavramı altında "rızkı veren sadece Allah'tır" buna güvenmemek yatar. Kul rabbine güvensizlik duyarsa imanından olur. "İnsanlardan korkmayın Benden (cc) korkun" emri ilahisine karşı gelmektir. Korku, sakınılacak en üst otoriteyi belirler, diye düşününce Rabbimiz bize apaçık anlatıyor her şeyi.

Hayırhah insanların çok olduğu şu güzel İnegöl'ümüzden başımızın gözümüzün sadakası olan bir tır erzak gönderelim Suriyeli kardeşlerimize, diyerek bitirmek istiyorum.

Kısaca: Nimet... Nankörlük... Açlık ve korku belası

.