Kaç aydır bu Corona belasına bir çok kamu mekanı gibi camilerde cemaate kapanmıştı. Çok şükür son dönemde "yeni normal" dediğimiz dönemle birlikte camilerimizde de cuma ile öğle ve ikindi namazları bazı şartlara dayalı olarak cemaatle kılınmaya serbest bırakıldı. Neydi bu şartlar? Herkes kendi seccadesini getirecek, maske takma zorunluluğu olacak, herkes abdestini alıp namaza gelecek, çünkü caminin şadırvan ve tuvaletleri kapalı olacak, cuma namazında cemaat ve imam dahil herkes avluda kılacak vs. epey bi şart koyulmuş haliyle.

Geçen bir imam arkadaş ile sohbet ediyoruz. Bu kurallara uyulmadığı ile ilgili yakınıyordu. Cemaate laf anlatamıyoruz, söyleyince umursamıyorlar ama bunun sorumluluğu biz imamlara ait. Ne yapacağımızı şaşırmış haldeyiz. Diyordu.

Arkadaş özetle, "Kanun koyucular bu konuda bizi sorumlu kılıyor, şadırvanları kullanmak yasak, herkes kullanıyor, dilenci yasak, kapı önü dilenci dolu, seccade olmadan camiye girmek ister ferdi kılsın ister cemaat ile yasak, maskesiz yasak, sünneti ve nafile kılmak veya oturup beklemek yasak, ben mesulüm gelen yazıya göre... Kimse umursamıyor ne yapacağım ben...?" Diye yakınıyor.

Lütfen bu virüs işini ciddiye alalım, bi zahmet yanınızda seccade gezdirin. Maskesiz çıkmayın, abdestinizi evinizde ya da iş yerinizde alıp gelin. Bu kurallar elbette ikinci dalganın patlak vermemesi için elzemdir. Eğer ki ikinci dalga patlak verirse bu sefer belkide daha uzun süre evlere tıkılı kalıp işimize gücümüze de bakamayacağız. Bir çok insan Corona yüzünden mağdur oldu. Dükkanını kaybetti, olan ise cebinden yedi kaç aydır. Bu vebale ortak olmayalım. Teyakkuzda olalım. Sabredelim. Allah sabredenlerle beraberdir..

BU GİDİŞ NEREYE?

Benim çocukluğum İnegöl'ün kenar mahallesi Mahmudiye'de geçti. Öyle bir kenar mahalleydi ki bizim sokaktan sonra dere boyu devam eder bir kaç dakikalık yürümeyle bedre deresinin o gümbür gümbür akan şarıltılı soğuk sularına ulaşmanız işten bile değildi. Dere boyu kavaklar diye bir türkü vardır. O türküyü her duyduğumda benim çocukluğumun dere boyunda ki, belki kavaklar değil ama elma bahçeleri, ceviz ağaçları aklıma gelir.

Sokağımızda "iskan evleri" diye adlandırılan, devlet tarafından projelendirilerek, eskiden köyümüzde çıkan yangın sonrası köy halkına destek olsun, hem başını sokacak bir evi, hem de hayvanlarını barındıracağı damları olsun, ufak tefek mahsulünü de yetiştirsin diye takribi 150-200 m2'lik arka bahçe de düşünülerek, tıpa tıpa birbirinin aynısı şeklinde şirin mi şirin tek katlı 500 m2 arsalar üzerine, sıra sıra inci dişler gibi dizilmiş müstakil evlerimiz vardı.Arka bahçelerinde mısır, fasulye, vişne, armut, kiraz ağaçları, ön bahçelerinde dut ağaçları, incir ağaçları olan düzenli ve huzurlu bir sokak görüntüsü verirdi sokağımız.

Şöyle bir düşündümde, sadece benim oturduğum sokakta çocukluğumdan bugüne, 30 yılda, altında gölgelendiğimiz, dalından meyve yediğimiz hatırlayabildiğim kadarıyla tam 20 ağaç kesilmiş. Kah eski müstakil evler yıkılıp yenileri yapılırken, kah boş arsalara daireler yapılırken hunharca balta vurulmuş. Aralarında, dut, ceviz, kiraz, ayva, incir, erik ve ne olduğunu hatırlayamadığım bir kaç çeşit daha ağaç artık yok. Arka bahçelerinde mısır, fasulye, domates yetişmiyor.. Çünkü arka bahçe falan kalmadı.

Artık bizim çocuklarımız çayır görmeden, çayırdaki ayva ağaçları altında buluşamadan, ceviz ağacına çıkamadan, bırakın koşturup azacakları yolu, doğru düzgün yürüyecekleri kaldırımları bile kalmayan bir sokakta büyüyecekler. Ki her evin önünde neredeyse üst üste arabaları olan, sıkışık mı sıkışık bu sokaklar hem bizim hem de çocuklarımızın geleceğini banka kredilerine ipoteklendiği çirkin sokaklar haline geldi.

Sokağımız yaşayan, nefes alan bir sokak iken artık şimdi entübe hale gelmiş bir hasta gibi... Gri ve beton... Bu gidiş nereye!?