Umut fakirin ekmeğidir, diye bir söz var kültürümüzde. Bu galiba insanların yaşama sevinçlerini artırmak için söylenmiş bir söz diyesim geliyor ama yaşama sevincinden öteye yaşama dirençlerini güçlendirmek için söylenmiş bir söz olduğunu ifade etmek daha doğru olacaktır. Her ne yaparsanız yapınız içinizde ki umut kırıntıları sizin hayata tutunmanızı, yaşamak için direnç göstermenizi sağlar. Umut kırıntılarının dimağınızdan silinmesi halinde yaşama sevinciniz de, yaşama direnciniz de yerlerde sürünür.

Bilgin, ilkokulu bitirinceye kadar köyünden hiç dışarı çıkmamıştı, iki ufuk arasında gördüğü köyünün kara parçası onun dünyasını oluşturuyordu. Meraklıydı, okumayı seviyordu, kitaplardan okuduğuna göre de köyünün dışında da bir dünya vardı. İlkokulu bitirmek üzereydi, babasına 'Ben okumak istiyorum, devletin büyük adamlarından olmak istiyorum,' dedi. Babası oğlundan bu cevabı alınca önce şaşırdı sonra da sevinç yumakları içinde büyümeye başladı. Bilgin'in isteğini yerine getirmek için şehirden bir ev kiraladı, yanına da okumak isteyen başka bir köyden tanıdıklarının çocuklarını yerleştirdi.

Bilgin her ne kadar köyden yeni çıkmış olsa da öğrenme isteği, daha üst okullarda okuma isteği, büyük adam olma isteği derslerine azimle çalışmasını sağlıyordu. Ortaokul, lise derken adım adım isteklerine kavuşuyordu. Liseden sonra üniversite öğrenimi karşısına çıkmıştı, üniversite sınavına girdi ve istediği bölüm olmazsa da bir bölümü kazanmıştı. Bu bölüm hayal ettiği bir bölüm değildi ama olsun üniversiteyi kazanmıştı ya gerisi önemli değildi, kerhen de olsa merkezi yerleştirme ile yerleştiği okula kaydını yaptırdı. Bilgin karalıydı, okuyacak ve hedefine varacaktı. Üniversite öğrenimine devam etmek üzere köyünden ayrıldığında anacığının yüreğinde hüzünler uçuşmaya başladı, hazan mevsiminin oluşturduğu hüzünler gibi. İnsanların hedefine varması için çekeceği bir bedeli olacaktı, Bilgin'in de bu hüzünlerden nasibini alıyordu ama biliyordu ki zahmetsiz rahmet olmuyordu.

Bilgin her ne kadar ilkokuldan sonra ki eğitim hayatını köyünden dışarıda yapmış olsa da üniversite öğrenimi farklıydı. Başka bir şehirde eğitim hayatına devam edecekti, bunun için de öncelikli kalacak yer bulmalıydı. Bilgin kendince devlet yurtlarından kendisine bir yurdun çıkacağı üzerine bütün planını yapmıştı. Yurt müdürlüğüne kadar geldi, ismini aradı, arattı, 'Evde ki hesap, çarşıda ki hesabı tutmamıştı,' yurt çıkmamıştı. Bilgin valizleriyle dışarı da kalmıştı. Ne yapacaktı, nerede sabahlayacaktı? Sahipsiz, sefil boynu bükük yurt binasının girişinde melül melül beklerken, karşıdan birisinin kendisine seslendiğini duydu. Kayıt yaptırdığı sırada tanıştığı sınıf arkadaşı Lokman'dı. Hoş beş ettikten sonra kalacak yerinin olmadığı gibi otelde kalacak yeterince parasının da olmadığını söyledi. Lokman 'Sakin ol, Allah bir kapıyı kapatırsa, başka bir kapıyı açar, sabırlı ol, gün doğmadan neler doğar,' diyerek Bilgin'i cesaretlendirmek istedi. Lokman'ın muammalı konuşmasını anlamlandıramayan Bilgin, içinden Lokman'a kızıyordu ama bunu belli etmiyordu.

"Hadi, gidiyoruz." "Nereye?" "Yurda" "Benim kaydım yok.""Sen onu düşünme!"

Lokman, Bilgin'in valizini kaptığı gibi yurdun kaçak öğrenci girişinin yapıldığı yere gittiler, gizlice yurda girdiler. Bilgin'i boş yatağı olan bir odaya yerleştirdi. Bilgin, kaçak ta olsa yatacak bir yer bulmuştu, rahatlamıştı ama içi içini kemiriyordu, yakalanırsa ne olurdu hali. Yorgunluğun vermiş olduğu tükenmişlikle kendisini attı yatağa, derin bir uykuya daldı. Sesler gelmeye başladı, rüya mı görüyor, yoksa gerçek miydi, uykusunda anlamlandıramıyordu. Lokman koşarak geldi, böğüründen dürterek, uyandırdı. Kalak kalk, yurt yönetimi baskın yaptı, kaçak öğrencileri bulup yurttan atmak istiyorlar. Zaman kalmamıştı, Bilgin üzerine pantolonunu giymeye bile vakit bulamadan, valizini de bırakarak pantolonunu ve üzerine giyeceği elbiselerini koltuğunun altına sıkıştırarak alelacele, yurdu terk etti. Sonbahar mevsimiydi hafif yağmur çiseliyor ve hava soğuktu. Bilgin çok çaresiz kalmıştı, bu soğukta nereye gidebilirdi. Kaçak kaldığı yurdun karşısında kapalı bir yurt vardı, yurdun kuytu köşesini kendine siper ederek elbisesini giydi, yağmur çamur demeden otogarın yolunu tutu, o geceyi ve takip eden birkaç geceyi otogarda geçirdi.

Çaresiz, biçare bir şekilde zamanını geçiriyordu, umutsuz bir vaka olmuştu, çaresizliğinin bir çaresini bulmalıydı, ellerini huşu içinde açtı 'Allah'ım umuduma kilit vurma! Beni evsiz, namerde muhtaç bırakma!'diyerek, yurdun yolunu tuttu. Çıktı yöneticinin karşısına anlattı durumunu. Yönetici 'Nuh diyor, peygamber demiyordu' hayır kelimesinden başka da bir kelime de bilmiyordu. O geceyi cebinde ki parasının bir kısmını vererek otelde kaldı, duşunu aldı, deliksiz bir uyku çekti. Umudu gittikçe kırılıyordu, umuduna kilit vurulmak üzereydi. Sabah oldu, memleketine gidecek yol parasını ayırdı, geri kalanla da ancak bir simit alabildi. Son umutla bir daha yurt kampüsünün kapısına gitti, beklemeye başladı. 'Bilgin' diye bir ses duydu irkildi, karşısındaismini bildiği ama kendisini yalnızca bir kez gördüğü akrabası Bayram ağabeyini gördü. Üzerinden bir yük kalkmış gibi hissetti, gözü aydınlandı, ruhu dinginleşti, istem dışı Bayram ağabeyine gitti sarıldı, gözleri doldu, ağlamaya başladı. Bayram ne olduğunu anlamamıştı. Bilgin yaşadıklarını olduğu gibi Bayram ağabeyine anlattı.

Bayram gedikli bir öğrenciydi, herkes tarafından tanınır, sevilir ve bilinirdi. İşaret etti, kendisini takip etmesini, yurt yöneticisinin karşısına birlikte çıktılar, Bayram durumu anlattı yöneticiye. Yönetici "Bugün bir öğrenci yurttan ayrıldı, şansınız varmış, Bilgin'i onun yerine alalım," dedi. Bayram umuda vurulan kilitleri kırmış, Bilgin'in eğitim hayatına devam etmesine vesile olmuştu. Bilgin şimdi bir profesör olarak hayatına devam etmekte.

Not: 'Aynı Tanrı'nın Çocukları' romanının ikinci ismi olan 'Umuduma Kilit Vurma' bu yazının başlığı olarak kullanılmıştır.